1 Aralık 2007 Cumartesi

oNuR, BeN, SiZ, BiZ,,


ÖN-SÖZ

Onur.. Kaç tane var senden bende?

Sanki onlarca.. Öyle ki
Ben (t) = Toplam{i=1:N, a(i,t) x Onur (i,t)}

Peki bu “ben” kime göre? Sanırım bana göre değil, size göre.. Sizinle hangi kombinasyonum rezonansa geliyorsa o anda, yanınızda o “ben” oluyorum. Yani belirli bir andaki a(i) katsayılarını siz belirliyorsunuz. Ondan olsa gerek başka başka anlamlar yükleyebilişiniz bana. Ya da yüklediğiniz anlamların zamanla değişebilmesi..

Peki ya kimse yokken yanımda? Sadece siz değilsiniz Onur kombinasyonlarıyla rezonansa gelebilecek olan: şarkılar, şiirler, mektuplar, masallar, rüyalar, hatıralar, filmler.. vs. Mutlak yalnızlık olası değil sanırım..

Kaç tane Onur saklı bende? Bilmem ki, diyelim ki N tane.. Zamana göre de değişebiliyor ama bu sanki: Bazen yeni Onur’lar doğabiliyor hayat beni büyüttükçe..

Kaç tane ben olabilir peki? Belirli bir zamanda, N tane Onur var dersek bende ve a(i) katsayılarının 0-1 arasında değişebilen sayılar olduğunu düşünürsek: en az 2 üzeri N tane, en fazla ise sonsuz üzeri N tane Onur kombinasyonu olmalı o anda.

Ama benim için geçerli olan, sizin için de geçerli olmalı. Öyleyse şöyle diyelim, rezonansa gelebileceğimiz kombinasyonum size göre ben olurken; rezonansa gelebileceğiniz kombinasyonunuz bana göre siz olmalı! Yani ben ve siz, rezonansa gelen kombinasyon ikilileri olarak düşünülebilir.

Kombinasyon sayıları bu kadar yüksekken, birden fazla şekilde rezonansa gelebiliriz diyebilirsiniz. Haklısınız da.. Peki mevcut kombinasyon ikilileri neye göre belirleniyor? Bilmem ki.. Ama cevabın şöyle olmasını isterim: en “güzel” rezonansı verecek olan ikilileriz!!

Yanınızda hep en sevdiğim ben olmak ve yanımda hep en sevdiğiniz siz olmanız dileğiyle...


SÖZ

Şimdi yukarıda ne demek istediğimi daha iyi anlatabilmek için, formülleştirdiğim modeli biraz da görselleştireyim.


Formüldeki “ben” fonksiyonunu, bilince karşı gelecek şekilde tanımlayalım: içrek, zihinsel ve sanal bir evren düşünelim; bilinç de bu evrenin içinde vücut bulmuş olan “ben” olsun. Ve içsel evrenin sakini olan bu “ben”, aynı anda dışrak, fiziksel ve gerçek evrenin de bir sakini olsun. İçsel evrenin “ben” dışında kalan kısmı ise bilinç-dışı olarak tanımlansın.

Dışsal dünyada sürekli olan “ben”, içsel dünyada sürekli olmasın. Formüldeki Onur’lar, yani “ben”in baz vektörleri, içsel evrenin temel parçacıkları olsun. Her an, içsel dünyadaki “ben”, parçalarına ayrışsın ve bu parçacıklar çevreye dağılsın. Hemen ardından, dağılmayı takiben, bir yoğunlaşma gerçekleşsin ve tekrar bir “ben” oluşsun. Yeni “ben”deki parçacıkların niteliği ve niceliği (formüldeki katsayılar), dışsal evrene bağlı (bağımlı değil) olsun. Bu parçacıklar, bir önceki “ben”in, bilincin içinden de gelebilir; bir önceki bilinç-dışının içinden de gelebilir. Süreğen, devingen ve değişken olan benlik ise bu içsel evrenin tamamı olsun, sadece onun sakini olan “ben” değil.

Önce bunları biraz daha açayım.



1-i) “Çirkin Onur”, mevcut Onur(i)’lerden biri olabilir, diyelim ki Onur(5) olsun. Biri beni “çirkin” olmaya zorlamadan önceki bende, a(5) katsayısı sıfır olabilir. O birinin yanındaki bende ise bu katsayı, etkileşimimizin zorlamasıyla sıfırdan farklı bir değer alabilir.

1-ii) “Çirkin Onur”, mevcut Onur(i)’lerden biri olmayabilir ama Onur(i)’ler cinsinden yazılabilir olsun. Ve diyelim ki a(i) katsayıları bunun için {0.5 0.1 0.0 ..} olmak zorunda olsun. Biri beni “çirkin” olmaya zorlamadan önceki bende, a(i) katsayıları bu şekilde olmayabilir. O birisinin yanındaki bende ise bu katsayılar, etkileşimimizin zorlamasıyla bu değerleri alabilir.

2) “Çirkin Onur”, ne mevcut Onur(i)’lerden biri, ne de onların herhangi bir toplamı olmayabilir. Bu durumda, o birisinin yanındaki benin “çirkin” olabilmesi için, N sayısı bir artar. Yani içsel evrenimin boyutu bir artar. Tam tersi de olabilirdi. Yaşadığım bir olay, Onur(i)’lerden birinin yok olmasına da sebep olabilirdi (gerçi bundan pek emin değilim, düşünmek lazım).

İçsel evren, benlik, (1)’de örneklediğim gibi parçacıklarının niceliğine göre genişleyip, daralabiliyor (: a(i) katsayıların toplam değeri artıp, azalabiliyor). Ve (2)’de örneklediğim gibi temel parçacıkların niteliğine göre benliğin boyutu artıp, azalabiliyor.

Böyle bir resimde, benlik, bilincimin bana benim hakkımda söylediklerinin bilgisinden daha fazla oluyor. Çünkü bilinç, içsel evrenden daha çok, dışsal evrene bakıyor ve kendisini, dolayısıyla da içsel evrenin içrek devingenliğini, ona göre değiştirmeye çalışıyor. Bunun nedeni ise içsel dünyadaki süreksizliğinden kurtulma isteği.. Aynı nedenle bilinç, dışsal evreni de şekillendirip (bir anlamda değiştirip), bu süreci hızlandırmayı deniyor. Bilincin adaptasyon için hem iç, hem de dış evreni şekillendirmesi, onu güçlendiriyor. Bilinç adapte oldukça, güçlendikçe “daha çok bilir” hale geliyor. Bu yüzden de bilinç, bilmediklerinden korkuyor. Bazen bu korku ile panikleyip, Nietzsche’nin işaret ettiği gibi, bilmediği şeylerin hepsini bildikleriyle açıklamaya çalışıyor. Yaptığı yanlış da olsa..

Bilinç, kendisini dış evrenle uyumlu bir şekilde değiştirmeye çalışırken; bilinç-dışı onunla haberleşmeyi deneyerek (rüyalarda olduğu gibi bilincin kulağına fısıldayarak), içsel evrenin devingenliğine yapılan kontrolsüz müdahaleleri törpülemeyi deniyor. Bilinç-dışı bunu yaparken kendisini bilinç üzerine iz-düşürmüş oluyor. Bilincin dışsal evrenle etkileşim halinde olması, bilinç-dışının bu iz-düşüm üzerinden dışsal evrenle etkileşime geçmesini de olası hale getiriyor. İz-düşümün hissedilebilir olması, özellikle estetik eylemlerde olduğu gibi, dış evrenin bilinç-dışı ile yeniden şekillendirilmesiyle sonuçlanıyor. Böylece dışsal evren, bir resimde, şarkıda ya da şiirde bilinç-dışı ile yeniden vücut bulmuş oluyor. İçindeki bebeğin içinde...

Bilinç – bilinç-dışı iletişimin herhangi bir nedenle kurulamaması durumunda (bilinç-dışını bilincin yok sayması ve dinlememesi gibi), bilinç-dışı bilincin kulağına fısıldamaktan vazgeçip, onu kendisine doğru çevirmeyi deniyor. Bilinç bu noktada çözmekte zorlandığı bir problem karşısında güçsüz düşer ve tökezlerse, patolojik durumlar ortaya çıkabiliyor: Yüzünü dışsal dünyadan, içsel dünyaya çevirmek zorunda kalan bilinç süreksizliğinden dolayı, dışsal dünyada da acı çekiyor. Çünkü içsel dünyadaki süreksizlik, dışsal dünyaya yansıyor ve bu adaptasyonu engelliyor. Adapte olamamak, yarattığı sürtünme etkisi ile acıya dönüşüyor. Daha şanslı durumlarda ise (Jung’un tanımladığına benzer bir şekilde) “ilk bakışta aşk” gibi şeyler gelebiliyor bilicin başına.

Bilinç, sadece bilinç-dışını dinleyerek hareket etmeye başlarsa da dış dünyaya adapte olmak yerine, onu sürekli değiştirmeyi deniyor. Bu değişiklik de çoğu zaman, dışsal dünyaya zarar vermek demek oluyor. Yine sürtünme ve yine acı..

SON-SÖZ

Şimdi, içsel evrenin faz uzayını çizdiğimizi düşünelim. Bilinç, bir nokta olarak ve dışsal dünyanın sürücü kuvveti etkisiyle, bu uzayda hareket edecektir. Bu durumda hareketi belirleyen iki şey olacaktır:

i) Dışsal dünyanın sürücü kuvveti
ii) Faz uzayındaki kararlı durumların çekicileri, içsel evrenin geometrisi

Bu çekicilerin nitelik ve niceliklerinin herkeste aynı olup, olmadığı ilginç bir problem. Bunun cevabını verip, veremeyeceğimizi bilmiyorum bu modelle. Ama cevap ne olursa olsun, bu model çerçevesinde ahlaki ve hukuki değerlerimizin hepimizde aynı olacağını düşünüyorum. Ve şu ankinden farklı olacağını...

Sevgiyle,,


oNuR :: sU LeKeSi

Hiç yorum yok:

iZ-LeYiCiLeR