5 Nisan 2010 Pazartesi

Eğitim-Öğretim Reformu

Oldukça ciddi bir eğitim-öğretim reformu yapılmadan yapılacak hiçbir reform, Türkiye’de büyük bir fark yaratmaz! Çünkü Eğitim-Öğretim Sistemi’nin iyi çalışmadığı bir ülkede bırakın kötü çalışan sistemleri düzeltmeyi, iyi çalışan sistemlerin iyi çalışmaya devam etmesini bile sağlayamazsınız. Reformların bu kadar çok konuşulduğu bir zamanda, kimsenin bunu önemsememesi oldukça garip.

Öğretmenler için Eğitim-Öğretim Reformu

Türkiye’deki mevcut Eğitim-Öğretim Sistemi başta kendi çalışanlarını, öğretmenleri, mağdur ediyor. Hem de öğretmen olmak için üniversiteye giriş sınavına çalışmaya başladıkları andan, kendi öğrencileri üniversiteden mezun olana kadar, her aşamada!

Başka hiçbir meslek lisesine benzeri tanınmayan ayrıcalıklı bir ek puan sistemi var Öğretmen Liseleri’nin. Bu liselere öğrenci alınırken öğretmenliğe uygunluk şartı aranmadığı için, aslında öğretmen olmada fırsat eşitliği ortadan kalkıyor. Öğretmenliğe uygun olmayan, hatta öğretmen olmayı hiç istemeyen birçok öğretmen lisesi mezununun üniversiteye giriş sınavında aldığı puan, öğretmenlik tercih ettiklerinde yükseltiliyor. Öğretmenliğe oldukça uygun olan, öğretmen olmayı da çok isteyen, fakat öğretmen lisesi çıkışlı olmayan öğrenciler sınavda onlardan daha başarılı da olsa, Eğitim Fakülteleri’ne bu yüzden giremiyor. Böylece ek puan sistemi ile eğitim fakültelerindeki öğrenci kalitesi beklenenin aksine, düşüyor!

Eğitim Fakülteleri’ndeki kalite eksikliği tabii ki sadece öğrencilere mahsus değil. İstekli bir öğretmen adayı çevresinin kalitesizliği yüzünden motivasyonun törpülenmesini engelleyebilse bile, eğitim felsefesi, eğitim bilimleri ve eğitim-öğretim teknolojileri konusunda yetkinleşme imkanını genellikle bulamıyor. Çünkü fakültelerin onlardan beklediği çoğunlukla çocuklara öğrenmeyi öğretmeleri değil, çocukları devlete kayıtsız, şartsız teslim olacak şekilde eğitmeleri oluyor! Öğrenci ister üstün yetenekli olsun, isterse zeka geriliğine sahip olsun; öğrencinin öğrenme tarzı ister görsel, ister işitsel, isterse kinestatik olsun; öğretmen adayları bütün öğrencileri tek-tipleştirebilecek şekilde donatılıyor.

Eğitim Fakülteleri’nden istekli ve yetkin bir şekilde mezun olabilen, tabii bu arada Öğretmen Liseleri ve Eğitim Fakültelerini mesken edinmiş siyasi ve ideolojik yapılanmalardan da kendini koruyabilen öğretmenlere devlet iş vermeden önce, onlardan biraz daha para kazanmak istiyor: Öğretmenler aslında kendilerini aptal bir çocuk yerine koyan KPSS adlı sınava girmek zorunda bırakılıyor (bakınız: Eğitim ve İdeoloji - I). Tabii bu sayede sadece devlet değil, öğretmenleri KPSS’ye hazırlayan özel dershaneler de para kazanıyor.

KPSS’ye iyi hazırlanmak hem zaman, hem maddi gelir, hem de emek gerektiren bir süreç. Bir şekilde bu gereklerin hepsini sağlamış ve KPSS’den oldukça yüksek bir puan almış, bu arada da istek ve yetkinliğini koruyabilmiş bir öğretmen yeterli sayıda kadro açılmadığı için genellikle açıkta kalabiliyor. Yeterli kadro açılmıyor, çünkü devlet kadrolu öğretmenlerin yerine, ücretli öğretmenlik adı altında ve oldukça kötü şartlarda, sayısını ısrarla açıklamadığı kadar (!) öğretmen çalıştırıyor. Tabii bu sayede yine sadece devlet değil, öğretmenleri benzer şartlarda çalıştıran özel dershaneler de para kazanıyor.

Öğretmen olmak için üniversiteye giriş sınavına çalışmaya başladıkları andan, kendi öğrencileri üniversiteden mezun olana kadar, her aşamada öğretmenlerin bir cebinde devletin, diğerinde ise özel dershanelerin eli oluyor. Bu eller görüldüğü gibi sadece ceplerde de kalmıyor: Öğretmenlerde istek, yetkinlik,, ne varsa, bu eller ile boğuluyor!

Bu bağlamda, Türkiye’de bir reform yapılacaksa önce eğitim-öğretim reformu yapılmalı. İlk olarak ücretli öğretmenlik kaldırılmalı ve özel dershaneler kapatılmayacaksa, bu kurumların öğretmenleri çalıştırma koşulları devlet eliyle sınırlandırılmalı. KPSS gibi bir sınav zorunluluğundan vazgeçilmeyecekse, öğretmenlerden bu sınava giriş ücreti alınmamalı ve Eğitim Fakülteleri’nin müfredatına zorunlu KPSS’ye hazırlık dersi konulmalı. Eğitim Fakülteleri, öğretmen adaylarına öğrencilere öğrenmeyi öğretecek donanımı sağlayacak şekilde, mevcut bilgi birikimiyle yeniden yapılandırılmalı. Öğretmen Liseleri ve Eğitim Fakülteleri’ne öğrenci alınımına öğretmenliğe uygunluk şartı eklenmeli. Aksi taktirde Öğretmen Liseleri’ne tanınan ayrıcalıklı ek puan sistemi kaldırılmalı.

Öğrenciler ve Aileleri için Eğitim-Öğretim Reformu

Mevcut sınav sistemleri öğrencilerin zihnini hastalandırırken, bu sınavlarda başarılı olmak için neredeyse zorunlu hale getirilen özel dershaneler de öğrencilerin ailelerini soyuyor.

Düşünmeden bir şeyler öğrenmek, ilintilikleri görmeden de düşünmek mümkün değildir. Bu bağlamda, müfredatlarda yer alan konuların hepsi birbiriyle oldukça ilintili, öyle olmasaydı bilim bir bütün olamazdı zaten. Fakat bu konular aralarında hiçbir ilinti yokmuş gibi anlatılıyor öğrencilere. Bu da öğrencilerin anlatılanları öğrenmesini engelleyip, ezberlemesine sebep oluyor. Öğrencilerin böylece düşünmemeye alıştırılması da yanında cabası.. Yediği yiyecekleri sindirmesi engellenen bir mide gibi oluyor çocukların beyinleri..

Test tekniği üzerine yeniden yapılandırılan mevcut sınav sistemi de düşünmeme ve ezberleme alışkanlığını iyice pekiştiriyor. Yediklerini sindiremeyen bir mide kusturulduğunda ne kadar rahatlarsa, testler de öğrencilerin beyinlerini ilkin o kadar rahatlatıyor. Tabii yediklerini sindirmeden sürekli kusan bir mide insanı ne kadar hasta yaparsa, ezberlediği bilgileri girdiği testlerde kullanıp, bir daha asla kullanmayan beyinleri de öğrencilerin zihinlerini o kadar hasta yapıyor. Böylece Eğitim-Öğretim Sistemi düşünen bir toplum için değil, düşünemeyen bir toplum için bireyler yetiştirir oluyor.

Çocuğunun iyi bir eğitim-öğretim görmesi için devlete her harcamasında vergi veren aileler, sadece çocuklarının zihninin hastalanmasıyla kalmıyor, bir de özel dershanelerin eline düşüyor. Annesinin dershane ücretini ödeyemediği için hapse girmesini gururuna yediremeyip, intihar eden Samet bile reform tartışmalarını bu konuya çekemedi, ne yazık.

Devlet okulları devletin yaptığı test sınavları için o kadar yetersiz ki artık öğrenciler okulla beraber dershaneye başlıyor neredeyse. Çünkü dershaneler bilgileri kolay kolay sindirilemeyecek bir şekle sokmayı devlet okullarından daha iyi biliyor ve öğrencileri mümkün olduğunca çok kusturuyor. Tabii arada hastalanmayı geciktirmek için çocuklara ilaç da veriyor. Dershaneler böylece öğrenciler için o kadar zorunlu hale geliyorlar ki son sınıf öğrencilerine okul öğretmenleri yıllardır nerdeyse hiç ders anlatmıyor ve öğrencilerin hafta içleri de dershanelerindeki programlara katılmasını sağlıyor.

Madem dershaneye gitmeden öğrenciler başarılı olamıyor, öyleyse çocuklar yıllarca neden devlet okullarına gidip, vaktini boş yere harcıyor? Okula gitmek zorunlu olmasa da, en azından öğrenciler çalışmaya daha çok vakit bulsa, aileler de devlete verilen eğitim-öğretim vergileri ile dershanelerin oldukça yüksek olan ücretlerinin bir kısmını karşılasa.. Ne saçmalık, değil mi? Düşünsenize asgari ücretle çalışan ve çocuklarını dershaneye göndermek zorunda olan bir veliyi?

Bu bağlamda, Türkiye’de bir reform yapılacaksa önce eğitim-öğretim reformu yapılmalı. İlk olarak düşündürtmeyici ve ezberletici müfredatlar, düşündürücü ve öğretici hale getirilmeli. Sınav sistemleri de bunu pekiştirecek şekilde yeniden yapılandırılmalı. Eğer bu değişiklikler kısa sürede ya da mevcut kadroyla gerçekleştirilemiyorsa, devlet okulları bir süre için tamamen kapatılmalı ve bütün kadrolar bu değişiklik için kullanılmalı. Sadece dershaneye gitmek öğrencileri ve ailelerini de rahatlatacaktır. Okulları kapatmak mümkün olmayacaksa da dershaneler bir şekilde devlete bağlanmalı ve değişiklikler için onların kadrolarından yararlanılmalı. Bu da mümkün değilse, öğrencilerin dershane ücretlerini devlet kendisi karşılamalı.

Son olarak da, eğitimde anadil meselesi var. Fakat bu mesele başlı başına başka bir yazıya konu olmalı..


Hiç yorum yok:

iZ-LeYiCiLeR