28 Aralık 2013 Cumartesi

Yönetişim Savaşları 1 - Eğitim Cephesi


O kadar yoğun bir yönetişim savaşının ortasındayız ki.. ..bırakın tarafları, tarafsız kalmaya çalışan biz iz-leyiciler bile çok yorulduk. Güvenirliği belirsiz bir veri bombardımanına sürekli maruz kalmamız yetmezmiş gibi, bir de herkes kendi gelecek hayalleri güdümünde bu savaşı yorumlamayı deniyor. Kimi Hükümet'i bitiriyor, kimi Cemaat'i, kimi de her iki Sivil Vesayet'i. Kimi İttihad-ı İslam'ı diriltiyor, kimi Kemalist Cumhuriyet'i, kimi de Gezi Ruhu'nu. Benim niyetim sizi kendi hayallerime inandırmak değil, söz.

Bence, bu savaşı başlatan şey üzerinde, Hükümet'in dershaneleri birer özel okula çevirme planı hakkında yeterince durarak başlamıyor hiçbir çözümleme. Bakalım ben konunun hakkını verebilecek miyim..

***

Herhangi bir toplum mühendisliği projesi, eğitim sistemini meşru bir şekilde yeniden yapılandırmadan başarılı olamaz, olsa da uzun vadede başarılı kalamaz.

Kurucu İrade, oluşturduğu Milli Eğitim Sistemi'nin meşruiyetini zorunlu din dersleri, İmam Hatip Liseleri ve İlahiyat Fakülteleri sayesinde elde etmişti. Zira tekke, zaviye, medrese,, gibi eski din tabanlı eğitim kurumlarını kapatmıştı. Biraz bunun da etkisi ile, halkın inanan ama inandığı gibi yaşamaktan uzak(laşan) bir Hanefi/Sünni/Müslümanlıkta normalize olması ve Kemalist/Bilimci/Seküler bir yönetim kurulması, varılması gereken ilk aşama olarak tasarlanmıştı. Tam da bu ara aşamaya büyük bir başarıyla ulaşılmışken, oyuna beklenmedik bir oyuncu eklendi: Fethullah Gülen önderliğinde evrilmekte olan Nurcular.

Kemalist Yönetim,  ikinci askeri darbenin ardından Milli Eğitim Sistemi'nde müfredatın yanı sıra iki büyük değişiklik daha yapmak zorunda kalmıştı: 1) üniversite öğrencilerinin merkezi bir sınav ile seçilmesi ve 2) devlet okullarına öğretmenlerin yine bir merkezi sınav ile atanması. Şüphesiz, bu merkezileştirmenin temelinde daha iyi bir kontrol arzusu vardı. Fakat hem kontrol altına alındıkça milli eğitimin zayıflaması, hem de merkezi sınavların doğası, paralel ve kontrolü daha güç yeni bir eğitim akımının, özel dershanelerin meşrulaşmasına izin verdi. Bu da plan dahilinde miydi, bilmiyorum. Tartışmaya açık bir konu. Emin olduğum şu ki, alternatif bir toplum mühendisliği projesi başlatmak için özel dershanelerden daha iyi bir ortam bulunamazdı. Ve Hizmet Cemaat'i bu fırsatı kaçırmadı.

Milli eğitim o kadar zayıfla(tıl)mıştı ki, onun ulaştığı her öğrenciye oldukça kısa bir sürede dershaneler de ulaşabilir oldu. Merkezi öğretmen ata(ma)maları da dershanelerin eğitmen ihtiyacını yeterince ucuz bir şekilde gidermesini sağladı. Fakat Cemaat, sadece diğer cemaatlerden değil, diğer dershanecilerden de bir adım öndeydi: dershanelere paralel kurduğu Işık Evleri'nde gönüllü abi ve ablalar ile burslu, burssuz tüm öğrencilere ücretsiz ders vererek kendini eşi benzeri görülmemiş bir şekilde meşrulaştırıyordu. Ayrıca, bu evlerde Said Nursi'nin risaleleri ve Fethullah Gülen'in kasetleri/kitapları aracılığı ile kendisine özgü memlerin yayılmasını da sağlıyordu.

Cemaat, bünyesine kat(a)madığı dershane öğrencilerinin hoşgörüsünü kazanarak meşruiyetini sağlamlaştırdı. Şakirt ve şakirdeleri ise örgütlenme ihtiyacı duyduğu meslek gruplarını seçmeye programlı bir şekilde teşvik etti. Bazen öğretmenliği popülerleştirdi, bazen tıbbı, bazense mühendisliği.. Böylece sadece emniyet, yargı, askeriye,, gibi devlet organları içinde örgütlenmedi, tüm toplumsal ağlarda kilit noktalara üyelerini yerleştirdi. Büyüdükçe zenginleşti, zenginleştikçe de güçlendi. Sonunda tüm dünyada özel okulları olan ve uluslarası ticareti şekillendiren küresel bir aktöre dönüştü.

Fethullah Gülen önderliğinde Cemaat, eğitim (ve ticaret) üzerinden bu şekilde evrilirken; Necmettin Erbakan önderliğinde Milli Görüş, siyaset üzerinden alternatif bir toplum mühendisliği projesi yürütmeyi deniyordu. Eğitim politikası sadece İmam Hatipler ile kısıtlıydı. AKP ile Milli Görüş Ak Görüş'e evrilirken, eğitim politikası da genişledi. Defalarca Milli Eğitim Bakanı değiştirilmesi ve her seferinde sistemin yeniden ele alınması aslında bunun göstergesiydi: AK Görüş, kendi projesine uygun bir milli eğitim sistemini arıyordu.

Cemaat ve Hükümet, diğer cephelerde ittifak halinde gibi görünse de, eğitim cephesinde araları ilk günden beri giderek açılıyordu. Öyle olması kaçınılmazdı da. Hükümet, milli eğitimi fethetmeyi ve kendi çıkarına kullanmayı seçmişti. En çok Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeni atayarak, özellikle okul yönetimlerinde, örgütlendi. Eğitim Bir-Sen'i birdenbire en büyük eğitim sendikasına dönüştürdü. Atan(a)mayan öğretmenlerin oluşturduğu ve özel dershanelerin sahip çıktığı ucuz eğitmen havuzuna da ücretli öğretmenliğin yaygınlaş(tırıl)ması ile devleti ortak etti.

Hükümet, öğretim kadrosunu şekillendirmekle yetinmedi. İmam Hatip Ortaokulları'nı özgürleştirdi ve dindar bir nesil hayaliyle müfredat bağlamında Devlet Liseleri'ni İmam Hatip'leştirdi. Bu arada yüksek öğretime de el attı: üniversite rektörlerini kendine göre atadı, TÜBA'ya siyasi bir darbe yaptı, TÜBİTAK'ı yeniden yapılandırdı,, vs. Parti projesi için milli eğitim önem kazandıkça, özel dershaneler anlamsızlaştı. Belki onların Cemaat'in kendini üretmede kullandığı asıl araç olduğunu farketmediği, belki de farkettiği için, kim bilir.. ..Hükümet, dershanelerin önce kapatılması, sonra da milli eğitim içinde özel okullar olarak devşirilmesine karar verdi.

İster bilinçli olsun, ister bilinçsiz, bu karar Cemaat için büyük bir tehlike demekti. İşte bu yüzden, emniyet ve yargıda üyeleri tasfiye edilirken bile sesini yükseltmeyen bu topluluk, dershane tartışmasında ve sonrasında Hükümet'e açıkça muhalefet etmeye başladı ve doğrudan siyasete dahil oldu.

23 Aralık 2013 Pazartesi

YoL-suzluk Vs YüZ-süzlük


Yolsuzluk iddialarını AK'lama çabaları arasında şüphesiz en asilce duranı, İran'la aramızdaki "güçlü ABD ambargo duvarı"nın (bakan çocukları ve Halk Bank aracılığı ile) tünelleniyor olduğu karşı-iddiası.

Bir dakika ama, burada bir sorun var:

AKP seçmenleri, daha dünkü Suriye ve Mısır gösterilerinde "Kahrolsun İran"diye bağırıp, meydanları inletmiyor muydu?

En ufak bir İslami iktidar eleştirisi, gazete köşelerinden facebook duvarlarına kadar her yerde "İran Ajanlığı" ile suçlanıp, karalanmıyor muydu?

O zalimleştirilen İran şimdi bakan oğulları ve zengin iş adamlarıyla birlikte mazlum mu oldu? Peki ya ajanları??

El insaf ya Hu! Durum, "kendine Müslüman"lıktan bir adım öteye geçti, düpedüz "İki Yüzlü"lük oldu. Yüzsüzlüğe doğru ilerliyor.

Ne yazık ki halkın yüzsüzlüğü devletinkinden, seçmenin yüzsüzlüğü vekilinkinden, okurun yüzsüzlüğü yazarınkinden daha kötü. El insaf ya Hu, el insaf.


13 Aralık 2013 Cuma

Kurban


  
1) İbrahim Peygamber, inandığı Tanrı adına çocuğunu kurban etmeye kalkan ilk insan değildi, inandığı Tanrı'nın buna engel olduğu ilk insandı! Bu bağlamda, kurban meselesinde itikadi olarak odaklanılması gereken, Peygamber’in “Allah Sevgisi” değil, Allah’ın “İnsan Sevgisi” olmalı..


2) İbrahim Peygamber’in en sevdiği dünyevi varlık olan oğlunun yerine geçen kurbanlık, Kabil’in gösterişli ve zengin kurbanlıkları yerine kabul edilen Habil’in gösterişsiz ama (samimi olarak) sevilmiş kurbanıydı! Bu bağlamda, kurban meselesinde ameli olarak odaklanılması gereken, Allah için “Kurban Kesmek” değil, “Kurban Sevmek” olmalı..

iZ-LeYiCiLeR