13 Ekim 2013 Pazar

BiTKiSeL HaYaT


Dücane Cündioğlu’nun bir röportajında “Türkiye'deki tek filozof benim. Bu ülkedeki tek metafizikçi benim çünkü.” dediğini okuduktan sonra merak edip, blog sayfasını buldum ve yazdıklarını okumaya başladım.


Önce insanın, sonra da canlının ne olduğunu sorgulayarak başladığı bir yazısında Cündioğlu, i) duyulara ve harekete sahip olmadığı düşünüldüğü için bitkilerin (3 boyutlu gördüğü) Klasik Fizik’te canlı sayılmadığını, ii) (1 boyutlu gördüğü) Modern Fizik’te ise canlı sayıldığı iddiasının yersiz olduğunu, iii) Modern Bilim’de insanın bile canlı sayılamayacağını, iv) zira “can”ı kabul etmeyenin “canlı”yı kabul edemeyeceğini yazıyor. Ve ekliyor “ama bizim nezdimizde otlar da, taşlar da hep canlıdır” diye..

 
İnsanın insan olduğunu anlamasını sağlayan şeyin “hayal” olduğunu vurgulayarak başladığı bir başka yazısında ise modernlerin i) hayal edemediğini, ii) hatta hayal kuramadığını, iii) ve sadece ölçüp, hesaplayıp, plan yaptığını yazıyor. Ve ekliyor “Madenler, bitkiler ve hayvanlar hayal edemezler. Bir tek insan, evet sadece insan hayal eder, edebilir.” diye..

  
Bu iki yazıyı okurken aklıma sık sık Stefano Mancuso’nun bitki zekasının köklerine dair yaptığı bir TED konuşması geldi.

Konuşma, bitkilerin duyulara ve harekete sahip olmadıkları düşünüldüğü için i) Aristo’da canlı ve cansızlar arasındaki sınırda düşük-düzey bir ruha sahip sayıldığını ii) (Nuh Kıssası’na bakılırsa) İncil’de canlı sayılmamaya devam edildiğini, iii) aydınlanma döneminde yaradılış piramidinde canlıların en aşağı tabakası sayılmaya başlandığını iv) ve modern popüler bilim belgesellerinde bile bazen canlı olduklarının unutulduğunu söyleyerek başlıyor. Ve ekliyor “insanlık tarihi boyunca sürdürülen bu görüş hatalıdır” diye..

Konuşmada sunulan kanıtların başlıcaları, bitkilerin i) hayvanlardan daha karmaşık duyulara sahip olduğu, ii) alışık olmadığımız bir zaman ölçeğinde (ışık, yer çekimi, vb etkilere karşı) tepkisel hareketlerde bulunabildiği, iii) büyürken oyun oynayabildiği ya da geceleri uyuyabildiği, iv) bazen hareket eden başka canlıları avlayabildikleri, v) bazen de hareket eden hayvanları manipüle ederek kullanabildiği. 

  
Fakat Cündioğlu’nun yazılarını okurken konuşmayı anımsamamı sağlayan kısım, bu kanıtların ardından, Darwin tarafından bitki köklerinin hayvan beynine benzetildiğinin söylenmesiyle başlıyor. Mancuso, i) bitkilerin kök uçlarının en çok oksijen tüketen bitki hücrelerini barındırdığını, ii) bu hücrelerdeki elektriksel etkinliğin etkin insan sinir hücrelerindekilere benzediğini ve iii) en küçük bitkilerde bile bu hücrelerden on milyonlarcasının oluşturduğu ağların bulunduğunu gösteriyor. Sonra da bitki kök ucu ağlarının hayvan ya da insan beyni gibi işleyebileceğini iddia ediyor.

Bitkilerde bilince dair modern bilimin bulguları hayvanlarda bilince dair olanlar [1]  kadar çok olmasa da tabi ki bu kadar değil. Misal, bitkiler i) Monica Gagliano’ya göre kök hücrelerinin akustik titreşimleriyle, ii) Josef Stuefer’a göre sürüngen saplar üzerinden, iii) John Pickett’a göre yeraltı mantar ağları üzerinden ve iv) David Rhoades ve Gordon Orians’a göre feromon adlı uçucu ve koku benzeri küçük kimyasallarla iletişim kurabiliyor [2].

 
Şimdi bitkilerde bilinçli farkındalığı ölçüp, hesaplamaktan bir adım öteye geçelim ve sırtımızı (Cündioğlu gibi metafiziğe değil de) fiziğe yaslayarak hayal etmeyi deneyelim:

Bitkilerin hesap gücü ve karmaşıklığı bizlerinki kadar, hatta belki bizlerinkinden daha yüksek beyinleri olduğu iddiasını doğru kabul edelim. Biliyoruz ki çevreleriyle iletişim de kurabiliyorlar ama hareketleri oldukça kısıtlı. Bu durumda onlarda oluşmasını bekleyeceğimiz en olası farkındalık, her birinin hem çevresel algılar, hem de kişisel tercihler üzerine kuracağı birer hayal dünyası olmaz mı?

Biz insanlar üzerinden bir benzetme aklımdan geçeni anlatmak için daha kolay bir yol olabilir. Uyurken ya da koma halinde bizim de hareketimiz oldukça kısıtlı. Fakat ses, koku ve dokunma gibi bazı algılarımız etkin bir şekilde işlemeye devam ediyor. O kadar ki, bu algılar görmekte olduğumuz rüyaları bile şekillendirebiliyor. 


Yan yana uyuyan, rüyasında konuşan ve her birinin komşularını duyabildiği onlarca kişi düşleyin. Uyanmamaları için kendilerine belli aralıklarla bir ilaç veriliyor olsun. Hatta bu ilaç onların fizyolojisini algılarının şekillendirebileceği rüyalar görebilecekleri bir durumda tutsun. Rüyaları anlamlandırmak için kimi zaman duyulan bir söz rüyada bambaşka bir kişiye bambaşka bir bağlamda söylettiriliyor olabilir. Yine de rüyalar, her adımda bazen yürüyenin değiştirdiği, bazense kendi kendine değişen – yani diğerlerince değiştirilen – labirentlere benzer.

 
Eğer kişi sayısı yeterince çok ve kişiler arası iletişim yeterince yoğunsa, rüyalar bir yerden sonra birbirine yakınsamaya başlar. Rüyalar yakınsadıkça da sözler bağlamı korunarak kimden duyuluyorsa ona söylettiriliyor olur. Limitte bütün kişisel rüyalar ortak tek bir rüyada birleşir. Bir şeyi yaparken ya da yapmayı hayal ederken beynimizde aynı etkinliğin gerçekleştiğini de göz önünde bulundurursak, düşlediğimiz bu insanların içinde bulundukları sanal gerçekliği (ortak tek bir rüyayı) bizim fiziksel gerçekliğimizden daha az gerçek kılacak bir şey olacağını sanmıyorum.

Düşlediğimiz bu bilinçsiz farkındalığın benzeri bir bilinçli farkındalık bitkilerde neden olmasın? Bitkiler de beyinleriyle ölçüp, hesaplamaktan öte her daim hayal kurarak yaşıyor olabilir. İçinde kendi “ben” tasavvurlarını diğerlerinin tasavvurlarıyla etkileştirdikleri; bazen çevreden algıladıkları, bazense kendi kişisel tercihleri ile şekillenen ve hakikati kuşatmalarını sağlayan anlamlı hayaller kurmaları, modern bilime göre mümkün görünüyor.

Hayali burada durdurup, yazının başına dönebiliriz. Cündioğlu’nun işaret ettiği gibi modern bilimin insanı diğer canlılardan farksızlaştırdığı doğru. Fakat bu farksızlaştırma canlıları cansızlaştırma anlamına gelmiyor. Aksine, her canlıyı hayal ed(ebil)en birer canlı saymak bile mümkün. Yeter ki metafizik yapmadan önce yeterince fizik yapalım; ölçüp, hesapladıktan sonra da hayal kurmaya devam edelim.

  
Bu konuda son sözüm: Türkiye’de tek bir filozof bile olduğunu düşünmüyorum. Bir filozof aynı zamanda bir fizikçi, bir biyolog, bir sosyolog,, vb olmalı çünkü. Kuantum ve görelilik fiziği bilmeden zaman ve mekan,  moleküler biyoloji ve sinir-bilim bilmeden yaşam ve bilinç üzerine yeterince düşünülebilir ve düşlenilebilir mi?

Notlar:

[1] Cambridge Deklerasyonu’na göre hayvanlardaki bilinçli farkındalık insandakinden hiç de farklı değil. Örnekler üzerinden bu farksızlığı gö(ste)rmek oldukça kolay. Misal, i) konuşan Papağan Alex renk, sayı, şekil ve büyüklük,, üzerinden cisimleri bizim gibi gruplayabiliyor; ii) hafıza şampiyonu Şempanze Ayumu bizden daha hızlı rakamları sıralayabiliyor; iii) Honolulu'lu Yunuslar işaret dili aracılığıyla öğretilen varlık, yokluk,, gibi soyut kavramları bizim gibi anlayabiliyor; iv) güzel ahlaklı Maymun Capuchins eşitsizliğe isyan edip, bizim gibi adalet isteyebiliyor; v) konuşamasa da Babun Dan anlamlı kelimeleri anlamsız harf dizilerinden bizim gibi ayırabiliyor ya da vi) Bonobo Kanzi kendisi özellikle eğitilmediği halde iki buçuk yaşındaki bir insan çocuğunun anladığı karmaşık cümlelerin hepsini, hatta fazlasını anlayabiliyor ve (iletişime pek de kullanışlı olmayan) lexigramlar aracılığıyla insanlara cevap verebiliyor.



iZ-LeYiCiLeR