2 Nisan 2013 Salı

SaVaŞ, BaRıŞ, DeMoKRaSi,,

 
Savaş için Savaş 

Savaşı bitirmek için değil, sürdürmek için yapılan bir savaş var(dı) 30 senedir bu ülkede. 

Savaşı kazanıp, terörü bitirmek isteyen bir TC-TSK olsaydı.. 

 ..gerilla eğitimi almış olan teröristlerin avuçlarının içi gibi bildiği bölgelerdeki çatışmalara oraları hayatında ilk defa gören tecrübesiz erler gönderilmezdi. 

 ..olası bir baskın sırasında zamanında yardım götürebilme ihtimali olmayan dağ başlarına karakollar kurulup, içleri yeterince uzun erimli olmayan silahlarla donatılmış askerlerle doldurulmazdı. 

..ordu karargahları sıcak bölgelere taşınırdı ve düşman örgütün merkezi Kandil'e saldırı düzenlemek birinci planda yer alırdı. 

..komutanlar olası gördükleri irtica tehditi için değil, ortadan kaldırmak istedikleri terör gerçeği için toplanıp, Operasyonlar tasarlardı. 

Savaşı kazanıp, Kürtleri öz-ü-gürleştirmek isteyen bir PKK-HPG olsaydı.. 

..eylemlerin ardından demir copların, tazyikli suların ve biber gazlarının eşliğinde ilerleyen polis panzerlerin önüne ellerinde taştan başka bir silah olmayan küçücük çocuklar gönderilmezdi. 

..ister devletin zorlamasıyla, isterse yüksek ideallerin peşinde Güneydoğu’ya gelip, buradaki cehalet ve hastalıklarla mücadele etmeye çalışan genç öğretmen ve doktorlar kaçırılmaz, okul ve hastaneleri bombalanmazdı. 

..intihar bombacıları çarşı ve sokaklardaki sivil halkı hedef almaz, askere gidip, düşman karargahlardaki üst düzey komutanlara suikast düzenlerdi. 

..tam siyasi ortamın Kürtlerin haklarının gaspını tartışmaya elverişli olmaya başladığı anlarda Reşadiye Saldırısı gibi müdahalelerle durulan sular dalgalandırılmaz, ateşkes ilan edilirdi. 

Ama bunların hiçbiri olmadı. Yıllarca ne TC-TSK, ne de PKK-HPG, bazen Doğu’da bir köyde masum bir Kürt çocuğunu, bazense Batı’da bir şehirde masum bir Türk çocuğunu bile vurabilen bu kanlı savaşı bitirmeyi hiç istemedi. İki örgüt de çözümsüzlük hali üzerinden meşrulaştırdı kendi otoritesini. İçerde ya da dışarda, bu savaştan en çok kar edenler hep onlar oldu.


Silahlı Mücadele Vs Siyasi Mücadele 

Gün geldi, devran döndü: Türk ve Kürt kanı üzerinden kazanılan meşruiyetler nihayet tartışılıp, eleştirilmeye başlandı. 

Ergenekon ve Balyoz gibi davalarla askeriyenin halk katında saygınlığı ve güvenirliği gittikçe azaldı. Muhafazakar Müslüman siyasetçiler de MNP/MSP/RP/FP/SP çizgisinden AKP’ye doğru farklılaşırken, Batı’ya yaklaşarak güçlendi. Böylece siyasi alanda güç kaybeden TC-TSK, muhafazakar Müslümanlar’ın kurduğu TC-Hükümeti’nin sivil iradesini iz-lemek zorunda kaldı. 

Düşmanı itibar kaybettikçe, PKK’nın hataları daha çok göze batar oldu. Devrimci Kürt siyasetçiler de HEP/DEP/HADEP/DEHAP/DTP çizgisinden BDP’ye doğru farklılaşırken, Kemalist Cumhuriyet'in diğer mağdurlarıyla yakınlaşarak, güçlendi. Ama en önemlisi, sivil itaatsizlik eylemleri ile PKK-HPG'nin silahlı mücadelesine belki ondan daha güçlü bir alternatif sunmuş oldu. 

Askeriye nasıl sivil irade karşısında zayıfladıysa, PKK de BDP karşısında öyle zayıfladı. 

BDP'nin son hamlesi (!), Abdullah Öcalan'ın siyasi mücadeleye çekmek ve onun devrimci Kürtler üzerindeki karizmasıyla Recep Tayyip Erdoğan'ın muhafazakar Müslümanlar üzerindeki karizmasını dengelemek, zihinlere hakim olan savaş psikolojisini dağıtıverdi. Birdenbire her yerde savaşa karşı barış, silaha karşı siyaset kon-uş-ulmaya başlandı. 


AKP’nin Gayri-Samimiyeti 

AKP’nin arkapalanda yürüttüğü başka hiçbir gizli program olmadan, Türk Sorunu’nu çözmek için barışı gündeme taşıdığını düşünmek büyük bir iyimserlik olurdu. Ahmet Altan’dan Hasan Cemal’e, hem yıllardır barışın gelmesini isteyen, hem de yeri geldiğinde AKP ve PKK’yi eleştirebilen yazarların tam da bu sıralar susturulması bile, bu iyimserliği daha oluşmadan bozmaya yeterli. 

İktidar, süren savaşın kentlerin merkezine dönmek isteyen varlıklı kesimin çıkarlarına ters olduğunu düşünüyor olabilir. Arzulanan kentsel dönüşümün Türkiye’nin büyük bir kısmını kapsayacağı ve terör devam ettikçe tamamlanamayacağı aşikar. 

Hatta, Dağdan in(diril)ecek Kürtler’e şehir merkezlerindeki şantiyelerde kullanılacak kaba bir iş-gücü olarak bile bakılıyor olabilir. 

Belki de motivasyon ülkedeki burjuvaziyi güçlendirmek değil, küresel ölçekteki neo-liberal kapitalist düzene daha rahat eklemlenmektir. Ortodoğu’da dengelerin istedikleri gibi yeniden kurulmasını tetiklemek için Büyük Patronlar’ın kafasında Kürtler’in de etkin bir aktör olduğu yeni bir senaryo olduğu aşikar. 

Hatta, çözüm sürecine Suriye’ye kadar ulaşan Arap Baharı’yla başlayıp, Türkiye – İsrail ilişkilerinin düzelmesiyle devam eden, daha geniş bir zaman çerçevesinden bakılıyor olabilir. 

Belki de Recep Tayyip Erdoğan neo-Osmanlıcı hayallerindeki başkanlık düzenine giden yolda en büyük engel olarak görüyordur Türk – Kürt savaşını. Bu savaşı bitirecek olan bir iktidarın daha uzun yıllar Türkiye’yi dilediği gibi yöneteceği aşikar. 

Hatta, PKK ve BDP’nin tabanına AKP’nin oyunu arttıracak hedef bir kitle olarak bakılıyor olabilir. 

Varsın, olsun.. ..hele bir şu silahlar sussun, iki halkın elini ayağını bağlayan şu zincirler bir kırılsın da önce. Onun ardından gizli programlar her ne ise, onlarla vakti geldiğinde mücadele ederiz hep birlikte!


Kürt Hareketi’nin Teslimiyeti 

Anadilde eğitimden özerkliğe, yıllardır Kürt Hareketi’nin peşinden koştuğu birçok hakkı elde etmeden, hatta bunları gözden çıkarırcasına masaya oturulması kimilerince bir teslimiyet olarak yorumlandı. 

Kürt Hareketi’ni kendi ideallerindeki sosyal(ist) düzene ulaşmayı sağlayacak en önemli araç olarak görenler için barış kon-uş-maları tabii ki çok erken başladı. Fakat çatışmalarda ölen çocuklarının cenazesine sarılmaya bile çekinen Kürt anneleri – babaları ya da her şeyini geride bırakıp, dağa çıkan gencecik Kürt erkekleri – kızları, bu savaşı şimdi bitirmek istiyorsa, başka kimseye söz düşmez. 


CHP’siz Barış 

Barış kon-uş-malarına CHP de dahil edilmezse aslında savaşı üreten zihinlerden birisi, belki de en önemlisi masaya oturtulmamış olacak. Bir kanadı eksik olan bir kuş ne kadar uçabilirse, CHP’siz barış süreci de o kadar vasat işleyecek. Devletin kurucu iradesinin temsiliyetinin yokluğu, barışı kon-uş-an diğer zihin(ler) üzerinde karşı konulamaz bir baskı yaratacak. 

Baskı yüzünden iktidar da, Kürt Hareketi de kendinen birçok taviz verebilir. Verilen tavizler ne kadar çok olursa da, savaşın ardından barışın; barışın ardından da demokrasinin gelmesi o kadar geç olur. 

Fakat sürece dahil olabilmesi için önce CHP’nin kendi geçmişiyle yüzleşmesi gerekiyor ki, bugün için bu çok olası gözükmüyor. Böyle bir yüzleşme partiyi ortadan ikiye bile bölebilir. 

CHP'yi sürece çekebilecek en olası aktör Abdullah Öcalan gibi. O da bunun farkında olacak ki, barış çağrısını CHP için büyük bir put olan Atatürk'ün karşıtlığı üzerinden kurmuyor. Aksine her fırsatta onu överek, kendine örnek aldığını belirtiyor. Ulus Devlet modeline, Emperyalist Batı'ya yükleniyor. AKP tabanına göz kırparken, CHP tabanına arkasını dönmüyor. 

Şimdilik Kemalistler, Recep Peker'lerle, Mahmut Esat Bozkurt'larla, İsmet İnönü'lerle bile yüzleş(tiril)ebilse ve kurucu irade ile Ittihat ve Terakki arasındaki organik bağı fark edebilse, ne büyük bir adım olur. Zira Atatürk tarih sahnesinde yanlızlaştı(rıldı)kça, onlarca kırılması daha güç bir put haline geliyor.


Sözün Özü 

Savaş bittiğinde ne kendiliğinden gelecek, ne de AKP eliyle getirilebilecek barış. Yan yana değil, beraber yaşamayı; iki halk değil, bir toplum olmayı öğrenmeliyiz bunun için. Farklı inançlara, kültürlere ve etnik kökenlere sahip özgür bireylerce gönüllü olarak kurulan bir toplumda, umut yolunu bulur. Vermemiz gereken mücadele bu yönde olmalı.

iZ-LeYiCiLeR