2 Aralık 2007 Pazar

Laiklik Vs Sekülerizm


- No religion could be supported by the state, either by financial aid or political support.
- Everyone had the right to follow a religion, but no-one had an obligation to do so.

- Religious education at school was strictly forbidden.

- No new religious symbols could be placed in public places, including graveyards.


Yukarıdaki söylemler 1905 yılında Fransa’da laiklik a
dına alınan kararlar. BBC’de yayınlanan laikliğin tarihi ile ilgili bir yazıdan alıntı yaptım.

Tanımlamaları yeniden yapalım ilkin. Sekülerizm, Devlet’in (dünyevinin) Kilise'den (dinsel ve tinselden), ayıklanması demek. Bu kavram Latince saeculum kelimesinden türemiş. Bu kelime de nesil veya yüzyıl gibi bir anlamı kapsayacak şekilde zaman bildiriyor (her yüzyılda bir olan olay gibi). Hıristiyanlıktaki Tanrı’nın zamanın dışında var olması inancını temel alarak, zamansal olmaya vurgulamak için bu kelime seçilmiş. Hayat ve idarenin dinsel veya tinsel bir merkezden ayrılıp, dünyevi bir merkeze kaydığını, artık zamansal, zaman içinde var olan bir tarafta ilerlediğini belirtmek için...

Laiklik ise Yunanca bir kelimeden türüyor. Din adamlarına klerik, onların dışındaki herkese ise laik deniliyor Eski Yunan'da. Yukarıdaki kuralların ardından tekrar tanımını yapma gereğini duymuyorum, hatta sakıncalı buluyorum. Fakat illa tanım gerekir diyorsanız, ‘wilkipedi’den kopyalayayım: Laiklik, Devlet’i ve dini işleri birbirinden ayıran bir devlet anlayışıdır. Yani, din adamlarının devlet yönetiminde görev almamaları ve dinin bireye özel olmasıdır. Aynı zamanda da Devlet’in, bireyin özel dini kavramlarına karışmaması anlamını taşımaktadır

Şimdi gelelim spekülasyona..

 

Sekülerizm’in doğuşunda, iki kurumun birbiriyle çekişmesi var. Kilise o zamanlar Devlet’ten daha güçlü bir kurum. Hatta Devlet’ler üstü bir kurum.. Kilise’nin doğası, onu Devlet’ten ayırmak için onun bildirdiği dini, gündelik hayatta reddetmeyi gerektiriyor. Zira Kilise, insanları dilediği gibi yönetebilmek için dine istediği şekli veren bir kurum. 

Dostoyevski’nin Karamazov Kardeşler’inde bu şöyle anlatılıyor: İsa yeryüzüne geri dönüyor. Konuşmuyor ama onun gözlerinin içine bakan herkes bunu anlıyor. Sonra Kilise baş yöneticisinin karşısına çıkartıyorlar onu. Kilise adına İsa’ya şunlar söyleniyor: “Senin onlara verdiğin özgürlüğü, onlardan geri aldık. Sen onlara bununla mutsuzluk, bizse mutluluk verdik. Sakın karşımıza çıkma ve geldiğin yere dön. Yoksa seni öldürürüm!”


Sanırım bu anti-ütopik paragraf bile Kilise'nin Devlet’in halkı yönetebilmesi için kendisini alt etmesi gerektiği bir kurum olduğunu ve Kilise’nin hüküm sürdüğü coğrafyalarda Sekülerizm’in kaçınılmaz olduğunu açıkça gösteriyor.

Fakat sekülerizm ile Kilise’den alınan tüm tehlikeli güçler devletin eline geçebiliyor. Yani Devlet, dini istediği gibi değiştirip, sömürerek halkı yönetme hakkına sahip oluyor. Bir anlamda, Devlet ve Kilise teoride ayrılmış (Teokrasi, dinsel devlet kaldırılmış); uygulamada birleştirilmiş (devletsel din oluşturulmuş) oluyor.

 

Var olma amacının gerçek kişiler içinliğini unutan her tüzel kişilik, yönetebilmek için gerçeği dilediği gibi değiştirebilir. Bu gerçek ne ile ilgili olursa olsun.. Mesela, Müslümanlık her türlü kurumsallaşmaya karşıdır. Bu dinde, imamlık bir tüzel kişilik değildir. Cemaat içinden herhangi bir kişi imam olabilir. Hatta Kur’an’da şu anlamda bir ifade vardır: "Vay o paralı din adamları arkasında namaz kılanlara!" Bu din, Tanrı ile birey arasına peygamberini bile sokmaz. O sadece taşıyıcıdır, söylenmesi gerekeni söyler. Bu yüzden kendi söz ve eylemlerinin yazıya geçirilmesi, ya da resminin yapılması,, yasaktır. Neyse, uzatmayayım. 

Bu din, kuramsallaşmaya karşıdır ve Hıristiyan Kilisesi gibi kurumsallaşmadığından, devletin halkı istediği gibi yönetmesi için onunla uğraşmasına gerek yoktur. Onu T.C.’de yapıldığı gibi önce kurumsallaştırmak, sonra da sekülerizmi uygulamaya çalışmak; benim mantığımı biraz zorluyor. Bu sadece Devlet’in daha fazla büyüyebilmek için dini sömürmesi demek bence! Atatürk’ü sömürdüğü gibi..

Fazla özelleştirdim. Gelelim genel anlamda laikliğin gerekliliğine. Yukarıdaki kurallardan anlaşılacağı gibi; bir De
vlet’in herhangi bir dinle ilgili, herhangi bir karar alması ve uygulaması, insanların din seçme özgürlüğünü psikolojik baskı ile (+ ya da - yönde) sınırlamaktadır. Ve kişisel özgürlüklere Batılı Devlet’ler arasında en fazla önem veren ülke olan Fransa, sekülerizm ile bu konuda oluşabilecek olası tehlikelere karşı laiklikle karşı durmaya çalışmıştır. Zaten laikliği anayasada benimsemiş başka bir batılı ülke yok. Bizim de uygulamada laik olmadığımızı vurgulamam sanırım anlamsız.

Teoriyi biraz daha açarsak: Devlet, herhangi bir dini istediği gibi değiştirebiliyorsa ve kontrol edebiliyor
sa, halkının o dini benimsemesini isteyecektir. Bu onun işlerini kolaylaştırır. Eğitimin yanında, insanları normalize edebileceği ikinci bir alan haline gelebilir din. Bu yüzden, günümüzde Devlet’in dine karışma gücüne sahip olması tehlikelidir. Yönetimde dinin yetkin olduğu söylenen çoğu devlette (Ortadoğu ülkeleri gibi), aslında din devleti değil; devlet dini kullanmaktadır. Bu konuda aslında İran ve Türkiye aynı yere farklı yollardan giden iki yolcu gibidir. “Dini birileri kullanıp, halkı kışkırtabilir” demek ise, öncelikle halkı aptal yerine koymak demektir. Bunun ardından, Devlet’in kendisinin halkı aptallaştırıp, dini kullanması ise; nasıl açıklanabilir bilmiyorum. Bu Devlet’in teröre savaş açtığını söyleyip, terörün Devlet eliyle yapılır bir hale getirilmesi gibi bir şey. O yüzden bence bahane olamaz.

Bence düşünülmeye değer şeyler. Sizce?


oNuR,, sU LeKeSi

Hiç yorum yok:

iZ-LeYiCiLeR