4 Ekim 2012 Perşembe

İfade Öz-ü-gürlüğü Vs Nefret Suç-u

"Müslümanların Masumiyeti" adlı kısa filmin ardından insanlığımızdan çok şey kaybettik yine ama bu sefer yeni bir kavram kazanıyoruz sanırım: nefret suçu. 

 Aslında bu o kadar da yeni bir kavram değil, öyle ki birçok anayasada yıllardır onla ilgili kanunlar bulunuyor. Buna rağmen biz her zamanki gibi zihinsel hijyene dikkat etmiyor ve onu kavram haritamızda olması gerekenden başka bir yere koymayı deniyoruz. Yabancı kavramları anlam yükleriyle oynayarak benimsemek güzel bir alışkanlık olsa da, her alışkanlık gibi bir yerden sonra o da zararlı. 

Suç olarak adlandırılan bir şey çok göreceli olabilir mi? Kanımca olmamalı ve nesnel bazı şartları sağlamalı. 

Peki ifade özgürlüğünü nefret suçuna (d)eviren nesnel şart(lar) neler olabilir? 

Sevan Nişanyan'a göre ifadenin konusu olan kişiler ifadenin ardından şiddete maruz kalıyorsa artık orada bir nefret suçu işleniyor olmalı. Suç tabii şiddet üzerinden tanımlanmalı, Nişanyan haklı. Peki böyle haklı bir tanımlama niye bu kadar sürtünmeye uğrar zihinlerimizde? 

En önemli sürtünme etmeninin toplumsal bilinç-altımızı şekillendiren şamanik atalar kültü olduğunu düşünüyorum. Muhammed Peygamber'den Halife Ali'ye, İmam Hanefi'ye, Maturidi'ye, .. , Said Nursi'ye, Fethullah Gülen'e,, dini anlayış ve yorumları kutlu peygamberler, mezhep imamları ve cemaat önderlerimiz; Marx'tan, Lenin'den, Atatürk'e, .. , Atsız'a, Türkeş'e, Apo'ya,, siyasi anlayış ve ideolojileri kutlu kurucular, parti başkanları ve örgüt liderlerimiz var bizim. Zihnlerimiz onların adına yaptığımız putlarla dolu. Onları (haklı ya da haksız) yargılamak ve (doğru ya da yanlış) eleştirmek putlarına, yani bize saldırmak demek. 

Müslüman Araplar da bizden çok farklı değil bu konuda. Sadece atalar kültüne sahip olmadıklarından onların zihinsel put sayısı bizimkinden çok daha az, bir tane o kadar. Bahsi geçen kısa filmi ülkelerinde inatla gündeme getirerek onlarca gayrimüslimi fiziksel şiddete maruz bırakmaları ve bu yüzden bir nefret suçu işlemiş olmaları peygamberi putlaştırmalarıyla ilgili. 

Sevan Nişanyan'ın nefret suçu adı altında ifade özgürlüğünü kısıtlayacaklar kaygısıyla yazdığı yazıdaki Muhammed Peygamber’le ilgili cümle de üslubu yüzünden kırıcıydı ama nefret suçu değildi. Peygamberi ilahlaşırmamız yüzünden de nefret suçu doğurdu: onlarca müslüman Türk sosyal medyada kendisine zihinsel şiddet uyguladı. 

Bir müslüman olarak ona karşı nefret suçu işlemeye eğilimli müslümanlar adına özür dilemek zorunda hissediyorum kendimi. Bir Türk olaraksa cahilliğimizden ve cahil cesaretimizden utanıyorum. Türkçenin ilk etimolojik sözlüğünü yazıp, internetten herkesle paylaşan Nişanyan'ı bir Türk milliyetçisi nasıl düşman bekleyebilir: asmak, kesmek, sürmek, vurmak,, isteyebilir? 

Sevan Nişanyan gibi bir ateistin Muhammed Peygamber'le ilgili yazdıklarının Ermenifobik bir tepki yaratması ve Ermeni Cemaatlerinin onu yanlız bırakması bambaşka yazılara konu olması gereken bir sorun. Ama o bu aşırıtepkiyi ve tepki üzerine yalınabileceğini ön-görmemiş miydi? Muhakkak ön-görmüştü. Belki fitne olup, katılaşan düşüncelerimizdeki cevher ve cüruhu birbirinden ayırmak; belki turnusol olup, karışan duygularımız ne kadar asit, ne kadar baz bunu göstermek istiyordu. 

Fakat en son Giordano Bruno'yu örnek vererek serdengeçtliği erdemleştirmeye başladı. Onu yakan ateş kararmamış vicdanlara sıçrayıp, büyüdü ve batıyı aydınlattı ama.. .. ne Hallac-ı Mansur'un (halkça katline) itaati Şeyh Bedrettin'in (halkın katline) isyanını büyütebildi bu topraklarda, ne de Aziz Nesin'in kara mizahı Hrant Dink'in beyaz güvercinini kurtarabildi. Ölü yıldızımız çok bizim. Şimdi acil bir şekilde yaşa(t)mak gerek.

3 Ağustos 2012 Cuma

Heterotopik Bir Düş-üş



Savaş kazandıranları değil, barış kuran ve koruyanları kahraman bilen; (kazansa da) bir savaşı utanıp, ağlayarak an'latan bir halk düşlüyorum! 

Hem de Çinli Bilge Lao Tzu'nun Gizli Yol'unda yürüyen Taoculardan daha barışçıl..

Yurdunu işgale gelenleri silahlı mücadeleyle değil de asimile olma korkusuyla geri kaçıran bir kültür düşlüyorum.

Hem de bugün bile dünyanın dört köşesinde yaşamaya devam eden Kadim Sümer'in kültüründen daha büyük..


Çünkü dini ile ilahi, devleti ile siyasi, milleti ile tarihi, bilimi ile iktisadi, dili ile felsefi otoritelerden özgürleşen bir insan düşünüyorum!!

Negatif faize dayalı, parayı çürüten, borçları eriten ve birikimleri tüketen bir ekonomi düşlüyorum.

Hem de Büyük İskender ve Roma müdahalelerine kadar sağ kalan Eski Mısır'ın ekonomisinden daha organik..

Anayasasında herkese "insanca (= özgürce) yaşam hakkı" tanıyan; zulmü değil, adaleti koruyan; insanı değil, doğayı merkeze koyan bir hukuk düşlüyorum.

Hem de Hindu Kast Sistemi'ne dahil olmayı reddeden Budistlerinkinden daha eşitlikçi, köle olmayı reddeden el-Muhtare'lilerinkinden daha özgürlükçü, zengin ya da fakir olmayı reddeden Daru'l-Hicre'li Karmatilerinkinden daha adil..


Çünkü insanın tüm kötülüklerinin kaynağının, ihtiyaçtan fazlasının mülkiyeti olduğunu düşünüyorum.

Tanrı'ya inanıp, "Mülk O'nundur, ihtiyaçtan fazlasını dağıtıp, paylaşın" diyen Muhammed Peygamber ve yoldaşları Ebu Zer, Hallac-ı Mansur, Şeyh Bedrettin, Yunus Emre,, gibi..

İnsan'a inanıp, "Mülkiyet hırsızlıktır, çal(ış)mayın" diyen Anarşist Proudhon ve yoldaşları Kropotkin, Bakunin, Malatesta, Godwin, Tolstoy, LeGuin,, gibi..

1 Haziran 2012 Cuma

FeTiH 2012 ;,(



Bu çağda yaşadığı şehrin bir başka halktan fethini kutlama yaparak mı an'malı vicdanı hür bir halk, yas tutarak mı?


Yuh bana, bir bu kalmıştı değil mi eleştirmeye kalkmadığım! Fakat fetih kutlaması yapan bir halk, Bulgaristan'daki Trakya Müslümanları'nın, Ermenistan'daki Hocalı Azerileri'nin, Irak'taki Musul Türkmenleri'nin, İsrail'deki Filistin Arapları'nın, Çin'deki Sincan Uygurları'nın acılarını paylaşıp, onlar için samimi bir şekilde yas tutabilir mi sizce?

Ya da böyle bir halk devlet olup, bu acıların hesabını sorabilir mi? Yoksa devlet olduğunda 1915-17'de Anadolu Ermenileri'ni, 1937-38'de Dersim Kürtleri'ni, 1955'te İstanbul Rumları'nı, 1978'de Maraş Aleviler'ini yeterince düşünmeden ve hiç üzülmeden yerinden yurdundan edebilir, benzer acılara sebep olabilir mi?


İşte bu yüzden fetih kutlamalarımızı el(-l)eştirmek istiyorum. Savaşı övmeyelim. Hele de çoğumuz müslüman olduğunu söylerken!

Durayım ama, Muhammed Peygamber "İstanbul'u fethedecek komutan, ne güzel komutan; İstanbul'u fethedecek asker, ne güzel asker" dememiş miydi? Sanmıyorum: büyük olmak başka, güzel olmak başka! Bakın kardeş katlini vacip kılan o büyük komutanı övdüğü söylenen peygamberine Kur'an ne diyor:

"..Halkı yerinden yurdundan sürmek ise Allah katında çok daha kötüdür. Baskı, zulüm ve zorbalık, öldürmekten daha beterdir.." (Bakara 217)

Biraz daha din-leyin Kur’an’ı: savaşın sadece zulme karşı yapılmasını istediğini, aksi taktirde savaşın kötü bir şey olarak değerlendirildiğini göreceksiniz. Öyleyse nereden geliyor bu fetihleri kutlamalarla an’ma geleneği?

Müslümanlıktan önceki savaşçı kimliğimizden mi? Hayır, savaşçı olduğumuz kadar göçebeydik de o zamanlar. Hem öyle olsa müslümanlıktan hiç nasibimizi almamış olurduk.

Peki ne zaman başladı bu gelenek? Muhtemelen Haçlı Seferleri’yle kavrulan ve İstanbul’un fethiyle biten o karanlık ortaçağda.

Ne olursa olsun, bugün an’lamamız gereken toplumsal bilinç altımızı ortaçağın bilincini yansıtan bazı büyük geleneklerimizden arındırmadan, yarın bizi daha büyük yapacak, dünkülerden daha güzel, yeni geleneklere başlayamayacak olmamız.


2012'de bir fethi illa an'acaksak, gelin an'ma törenlerine yerinden yurdundan ettiğimiz halkları da çağıralım: hep beraber savaşı lanetleyip, barışı övelim. Daha güzel olmaz mı? Hem Arapça’dan aldığımız fetih kelimesi açmak kökünden geliyor, an’ladığımız gibi dışarı atıp, kapamak kökünden değil.

21 Mayıs 2012 Pazartesi

Yum-ur-ta Kafalar ve Hayal-et Fikirler

"Büyük şeyler hep içerden gelir, misal:
yumurta içerden kırılırsa yaşam başlar,
dışardan kırılırsa yaşam biter!"
(anonim)

Peki yumurtanın kabuğunu kırmadan içine nasıl girilir? Gözeneklerden geçecek kadar küçülerek veya 4. bir boyut kazanacak kadar büyüyerek?? Neden olmasın.. 

Nereden çıktı şimdi bu yumurta muhabbeti? Ve bitmesini değil de, başlamasını istediğim yaşam da neyin nesi??

İnsanların kafası yum-ur-talarla dolu: içinde öz-ü-gür düşüncelerin can'lanıp, gelişmeye başladığı ama her biri bir başka önyargı kabuğuyla örülmüş onlar-ca küçük yumurta ile..

O yumurtalardaki öz-ü-gür düşüncelerin yarısı bile kendisini çevreleyen önyargı kabuklarını kırabilecek kadar büyüyüp, beraber yaş-a(lan)-maya başlasa.. ..insan çevresindeki tüm putlardan öz-ü-gür olurdu!

Putlarından öz-ü-gürleşen insanların yarısı bile beraber yaş-a(lan)-maya başlasa.. ..dünya herkes için insanca bir yaşamın mümkün olduğu bir yer oludu!!


Fakat herkes için insanca bir yaşam isteyen bazı insanlar diğerlerinin kafasındaki yumurtalara taş gibi sert fikirlerle saldırıyor hep.

Saldırıya uğrayan yumurtaların bazıları kırılıyor ve içlerindeki düşüncelerden kurtulanları öz-)g(-ür-lü kalıp, yeni oluşan yumurtalardan beslenmeye başlıyor.

Bazı yumurtalarsa saldırılar karşısında sağ(!) kalmak adına kabuklarını kalınlaştırıyor. Öyle ki içlerindeki öz-ü-gür düşünceler ne kadar uğraşsa da kabuğunu kırıp, dışarı çıkamıyor ve sonunda kendilerini çevreleyen önyargıların esiri olarak can veriyor.

Öyle ya da böyle, insanca bir yaşam daha başlamadan bitiyor türlü türlü putların gölgesinde.

Oysa herkes için insanca bir yaşam isteyenler, herkesle kon-uş-tuğu dilde tart-ış-mayı sağlayacak, önyargı kabuklarını (ister küçülerek, ister büyüyerek) aşıp, içeri sızacak hayal-et fikirler geliştirmeli.


Bu hayal-et fikirler efkar-lanmalı, içerdeki öz-ü-gür düşüncelere dışarıda beraberce kurulabilecek olan o güzel yaşamın türküsünü dostça fısıldamalı. "Hadi.." demeli, "..kır kabuğunu, katıl bize. El ele verelim, zulmü adalete evirelim!"

27 Nisan 2012 Cuma

Kuantum Süperpozisyon, Dolaşıklık ve Eş-evresizlik













İTÜ Fizik Mühendisliği Lisansütü Öğrencileri tarafından düzenlenen 2012 - İTU Fizik Kış Çalıştayı'nda lisans öğrencilerine an'lattığım ders için hazırladığım notlar..

iZ-LeYiCiLeR