Sana ruhtan soruyorlar.
De ki:
“Ruh, Rabbimin emrindendir.
Bu konuda size pek az bilgi verilmiştir.”
(İsra 17/85)
Efendi ve rab kelimeleri aynı
anlama gelir [1]. Bu yüzden, Muhammed Peygamber için saygıda kusur etmemek
kaygısıyla “Peygamber Efendimiz” betimlemesinin kullanılmasını hep sakıncalı
bulmuştum. Bunun, peygamberin ilahlaştırılmasındaki ilk adım olduğunu
düşünüyordum. Sanırım bu yoldaki ikinci adımla karşı karşıyayız şimdileri: “Peygamber
Efendimiz” de yetmiyor, “Kâinatın Efendisi” kullanılıyor artık övgüde eksik
kalmamak adına Kutlu Doğum haftalarında.
Kâinatın Efendisi
Bu betimlemenin dayandırıldığı ilk gerekçe, ilk yaratılan
ruhun Muhammed Peygamber’in ruhu olduğu varsayımı [2]. Allah’ın şekil verip,
ruhundan üflediğini [Hicr 15/29, Secde 32/9] ve diğer herkesi kendisinden
türettiğini [Araf 7/189] söylediği Adem Peygamber, yalnız bedenen ilk yaratılan
insan bu varsayıma göre [2, 3].
Bırakın yaratılan ilk ruhun kime ait olduğunu, ruhun
yaratılıp yaratılmadığı bile benim için oldukça belirsiz bir konu: zira o,
Allah’ın kendisinden üflenen bir şey olarak anılıyor hep Kur’an’da [Enbiya
21/91, Tahrim 66/12]. Hatta bedenin yaratılan bir şey olarak anıldığı yerlerde
bile [Secde 32/9]...
Ayrıca, ruhla ilgili bize çok az bilgi verildiğinin
Peygamber'e özellikle söylettirildiği surede [İsra 17/85], hakkında bilgimiz
olmayan şeylerin ardına düşmemek için de uyarılıyoruz [İsra 17/36]. Bu yüzden,
ruhla ilgili olan değil, olmayan hakkında yorum yapmak daha güvenli olur belki.
Misal, elektromanyetik alan gibi fiziksel olarak ya da bilinç gibi biyolojik
olarak hakkında giderek daha fazla şey öğrendiklerimiz bir şey, ruh olamaz
diyebiliriz. Gerçekte ne olduğunu ise muhakkak Allah bilir sadece.
İlk yaratılan ruhun Muhammed
Peygamber’in ruhu olduğu varsayımına eşlenik bir başka varsayım daha var: “Allah,
Muhammed Peygamber’i(n ruhunu) yaratmasaydı, kâinatı yaratmazdı, yaratsa da
anlamsız olurdu” deniyor [4].
Bu varsayım benzer bir manaya
sahip şu iki hadisle savunuluyor:
1)
“Sen olmasaydın, kâinatı
yaratmazdım”
2) “Cibril
bana geldi ve dedi ki: Ya Muhammed! Sen
olmasaydın cennet yaratılmazdı, sen olmasaydın cehennem yaratılmazdı.”
Birinci hadisi ilk duyduğumda tüylerim diken
diken olmuştu, zira hadiste konuşturulan özne doğrudan Allah! Bana bu hadisi
nakleden kişi de doğal olarak onu bir ayet zannediyordu. Kur’an’da böyle bir
ayet yoktur fakat Allah’a iftira vardır [Ali İmran 3/78, Enam
6/144, Yunus 10/69, Zümer 39/60]. Korkmak gerek.
Aslında ikinci hadiste de benzer bir
ontolojik çelişki var. Zira Cebrail aracılığıyla peygambere iletilen böyle bir
söz varsa o söz, ayet olmalıydı. Hem kaynağı insani değil de
ilahi, hem de meselesi ameli değil de itikadi olan bu kadar önemli bir bilgi,
neden Allah'ın kitabına girmesin?
İşin kötüsü, bu hadislerle
varsayım üretenler de senetlerinin sahih olmadığını biliyorlar ve senet olmasa
da, mana sahihtir diyerek kıvırıyorlar [4, 5]. Manayı savunanların bir kısmı
kendilerince şöyle bir mantık yürütüyor [4]:
“Ancak, her peygamber o günün şartlarına uygun olarak insanların
kapasitesine göre bu dersi kısaca talim etmiştir. Nihayet bütün vahiylerin
temel esaslarını ihtiva eden Kur’an’ı Hz. Muhammed’e göndermiştir. Hz. Muhammed
ise, gerek Kur’an ayetlerini tebliğ ederek, gerek Kur’an’ı açıklayan kendi
-kavlî, fiilî, takrirî- sünnetiyle kâinat kitabını hiçbir peygamberin yapmadığı
şekilde açıklamıştır.
Madem kâinat Allah’ın varlığına ve birliğine delil olsun diye yaratılmıştır, madem ki bunun delil cihetini sadece Hz. Muhammed ders vermiştir, öyleyse denilebilir ki, eğer Hz. Muhammed olmasaydı bu dünya da olmazdı. Çünkü anlaşılmaz bir kitap -ne kadar değerli olursa oldun- şayet onu açıklayan bir muallimi yoksa o kitabın varlığı ile yokluğu arasında hiçbir fark yoktur.”
Her şeyden önce, Muhammed
Peygamber, kimseyi doğru yola iletmek için gönderilmedi [Bakara 2/272]: Allah
katından Cebrail ile iletileni [Nahl 16/102, Şuara 26/193, Tekvir 81/19] sadece
tebliğ etmek için gönderildi [Yunus 10/108, Rad 13/40, Nahl 16/82, Cin 72/23].
O, ne kendisine bildirilenden ötesini biliyordu [Enam 6/50], ne de kendisine
bildirileni daha önceden biliyordu [Şura 2/52]. Bildiklerini Cebrail’den
öğrenmişti [Necm 53/5]. Yukarıdaki muallim temelli akıl yürütmeyi bir adım
öteye götürürsek, Allah Cebrail’i yaratmasaydı, Muhammed Peygamber’i de yaratmazdı,
yaratsa da anlamsız olurdu.
İşte size büyük bir çelişki: son
peygamberi amaçlaştıran mantık, baş meleği de amaçlaştırıyor! Oysa hiçbir peygamber
bize kendisini ya da melekleri ilahlaştırmayı, Müslüman olduktan sonra
küfretmeyi emretmez [Ali İmran 3/80].
Manayı savunanların bir diğer kısmı, benzer
manalara gelen ayetler olduğunu iddia ediyor. Bu ayetlerden başlıcaları şunlar:
1)
“Biz, seni
(Muhammed) âlemlere (başka bir
şey için değil) ancak rahmet için gönderdik.” [Enbiya 21/107]
2)
“Şüphesiz, Allah ve melekleri Peygambere salât ederler. Ey iman edenler, siz de ona salât edin ve tam bir teslimiyetle ona selam verin.” [Ahzab 33/56]
Önce ilk ayeti değerlendirelim. Bu ayetteki âlemler
ifadesinin, insanlar âlemi, cinler âlemi, melekler âlemi,, ve benzerlerini
ifade ettiğini; bu yüzden de Muhammed Peygamber’in tüm kâinattan üstün olduğunu
varsayıyor.
Kur’an’da âlem kelimesinin geçtiği diğer
ayetlere baktığımızda, görüyoruz ki i) İsrailoğulları [Bakara 2/47, Duhan 44/32],
ii) Adem, Nuh, İbrahim Soyu, İmran Soyu [Ali İmran 3/33], iii) İsmail, İlyas, Yunus, Lut [Enam 6/86] âlemlerin üzerinde
kılınmış; Meryem ve oğlu âlemlere ayet olarak gönderilmiş [Enbiya 21/91]; Kabe âlemlere
hidayet kaynağı yapılmış [Ali İmran 3/96]; İbrahim ve Lut’un ülkesinde âlemler
için bereket varmış [Enbiya 21/71] ve âlemler Nuh’a selam vermiş [Saffat 37/79].
Ayrıca, insan ve cin isimleri birçok başka şekilde betimlenmiş [Araf 7/38 ve 179, Enam 6/112 ve 130, Rahman 55/33, Ahkaf 46/18] ama kesinlikle farklı âlemler
olarak adlandırılmamış.
Kur’an’da rahmet kelimesi ise 100’den fazla ayette
“Allah’ın rahmeti” olarak geçiyor. Allah’ın
dilediğine verdiği, birçok yerde de ayetler için kullandığı bir kelime: misal, Kur’an
[Enam 6/157, Araf 7/203, Yusuf 12/111, İsra 17/82, Casiye 45/20, Bakara 2/178,,
vs] ve Musa’nın kitabı [Hud 11/17, Ahkaf 46/12,, vs]. Sözün özü, âlemlere
rahmet olmak Kur’an’ın kendisine göre kâinatın efendiliğini gerektirmiyor.
İkinci ayet içinse Kur’an boyunca kelime aramaya gerek yok.
Aynı surede “Allah, size salât edendir,
melekleri de salât eder” ayeti de geçer [Ahzab 33/43]. Bu iki ayetteki salât kelimesi bir vakit ile
ilişkilendirilmediği için namaz kılmak anlamına gelmez, desteklemek anlamında
kullanılır. Fakat sağ olsun mealcilerin çoğu, 56. ayetteki kelimeyi Arapçasından
çevirmeden bırakıp, 43. ayetteki kelimeyi çeşitli şekillerde çevirirler. Bu da salât
kelimesinin namaz anlamıyla bağlantı kurularak, Muhammed Peygamber’e diğer insanlardan
öte bir anlam yüklenmesine sebep olur ki, doğru olmaz.
Manayı savunanların son kısmı ise Muhammed Peygamber’in
diğer tüm peygamberlerden üstün olduğunu iddia eden bazı hadisleri kullanıyor. Evet, peygamberlerin bazıları
bazılarından üstün kılınmıştır: Musa, İsa [Bakara 2/253] ve Davud [İsra 17/55]
gibi… Fakat Allah dilediğini derecelerle yükseltir ve her bilgi sahibinin üstünde
daha iyi bir bilen yaratmıştır [Yusuf
12/76]. Yani peygamberler bir piramit gibi dizilmez O’nun karşısında, aksine
etrafında bir çember oluşturur. Bu yüzden olsa gerek, bize
emredilen, peygamberler arasında ayrım yapmamaktır [Bakara 2/136 ve 285, Ali
İmran 3/84, Nisa 4/152].
Peygamberin İlahlaştırılması ve Âlemlerin Rabbi
Uzun uzun yaptığım bu çürütmelerin ardından, “ne var yani bu manada, belki de Allah öyle
dilemiş olamaz mı?” diye bir itirazda bulunabilirsiniz. Hayır, olamaz. Şöyle
ki:
1) Âlemler kelimesi en geniş anlamıyla kâinat
demektir [Bakara 2/47, Duhan 44/32, Ali İmran 3/33, Enam 6/86, Enbiya 21/91 ve 71, Saffat 37/79]. Rab ise birebir
efendi anlamına gelir [1]. Yani “Âlemlerin Rabbi” ile “Kâinatın Efendisi”
betimlemeleri arasında bir fark yoktur. Allah’ın kendisi için defalarca kez kullandığı
böyle bir betimlemeyi bir başkası için kullanmak şirke girer.
2) “Biz
âlemler ile kâinatı, rab ile de efendiyi aynı manada kullanmıyoruz: sadece
saygı ve sevgimizi böyle dile getiriyoruz” diyenler çıkabilir. Bakın Kitab-ı
Mukaddes’te Pavlus’un ağzından ilahlaştırılan İsa Peygamber için nasıl da benzer
ifadeler geçiyor:
“Görünmez Tanrı'nın görüntüsü, bütün yaratılışın ilk doğanı O'dur. Nitekim
gökte ve yeryüzünde, görünen ve görünmeyen şeyler, tahtlar, egemenlikler,
yönetimler ve hükümranlıklar, her şey O'nda yaratıldı. Her şey O'nun
aracılığıyla ve O'nun için yaratılmıştır. Her şeyden önce var olan O'dur ve her
şey varlığını O'nda sürdürmektedir. Bedenin, yani inanlılar topluluğunun başı
O'dur. Her şeyde ilk yeri alsın diye başlangıç olan ve ölüler arasından ilk
doğan O'dur. Çünkü Tanrı, tüm doluluğunun O'nda bulunmasını uygun gördü.” (Koleseliler 1:15-19)
3) Peygamberin ilahlaştırılması bir tarafa, Allah’ın
yaratması bir ilk şarta bağlanırsa, Allah’ın gücü sınırlandırılmış olur. Bu da her
şeyden önce küfre girer.
Kaynaklar
1) Efendi, Arapça rab kelimesinin
Türkçedeki karşılığıdır. Maalesef mealcilerin çoğu rab kelimesinin bir insanı
betimlediği yerlerde kelimeyi Türkçeye çevirmiş, Allah’ı betimlediği yerlerde
ise kelimeyi olduğu gibi bırakmıştır. Örnek olarak Yusuf suresine bakabiliriz:
6 İşte böylece Rabbin (rabbuke) seni
seçecek, sana (rüyada görülen) olayların yorumunu öğretecek ve daha önce iki
atan İbrahim ve İshak'a nimetini tamamladığı gibi sana ve Ya'kub soyuna da
nimetini tamamlayacaktır. Çünkü Rabbin (rabbeke) çok iyi
bilendir, hikmet sahibidir.
24 Andolsun ki, kadın ona
meyletti. Eğer Rabbinin (rabbih(i)) işaret ve ikazını görmeseydi
o da kadına meyletmişti. İşte böylece biz, kötülük ve fuhşu ondan uzaklaştırmak
için (delilimizi gösterdik). Şüphesiz o ihlaslı kullarımızdandı.
33, 34 (Yusuf:) Rabbim
(rabbi-ssicnu)! Bana zindan, bunların benden istediklerinden daha
iyidir! Eğer onların hilelerini benden çevirmezsen, onlara meyleder ve
cahillerden olurum! dedi. Rabbi (rabbuhu) onun duasını kabul etti ve
onların hilesini uzaklaştırdı. Çünkü O çok iyi işiten, pek iyi bilendir.
37 (Yusuf) dedi ki: Size
yedirilecek yemek gelmeden önce onun yorumunu mutlaka size haber vereceğim. Bu,
Rabbimin (rabbî) bana öğrettiklerindendir. Şüphesiz ben Allah'a
inanmayan bir kavmin dininden uzaklaştım. Onlar ahireti inkâr edenlerin
kendileridir.
41,
42 Ey zindan arkadaşlarım !
(Rüyalarınıza gelince), biriniz (daha önce olduğu gibi) efendisine (rabbehu)
şarap içirecek; diğeri ise asılacak ve kuşlar onun başından (beynini)
yiyecekler. Yorumunu sorduğunuz iş (bu şekilde) kesinleşmiştir. Onlardan,
kurtulacağını bildiği kimseye dedi ki: Beni efendinin (rabbike)
yanında an, (umulur ki beni çıkarır). Fakat şeytan ona, efendisine (rabbihi)
anmayı unutturdu. Dolayısıyla (Yusuf), birkaç sene daha zindanda kaldı.
50 (Adam bu yorumu
getirince) kral dedi ki: "Onu bana getirin!" Elçi, Yusufa geldiği
zaman, (Yusuf) dedi ki: "Efendine (rabbike) dön de ona:
Ellerini kesen o kadınların zoru neydi? diye sor. Şüphesiz benim Rabbim
(rabbî) onların hilesini çok iyi bilir."
4) http://www.sorularlaislamiyet.com/soru/213442/insanlar-ve-cinler-allah-istedigi-icin-mi-yaratildi-yoksa-peygamber-efendimiz-yuzu-suyu-hurmetine-mi-yaratildi.html
5) https://www.youtube.com/watch?v=nIhivdn9vW4
5) https://www.youtube.com/watch?v=nIhivdn9vW4