12 Ocak 2008 Cumartesi

Saa aReŞş


Melekler çıkmıştı düştüğü yere. Ve dönüyorlardı kalplerindekinin çekiminde. Yerdeydi Yersiz!

Yersiz’in elleri arkadan bir iple bağlanmıştı. İp, tenini kestiği yerde yakıyordu. İpin yaktığı ağıtla azalıyordu yangısının ağrısı ama bedeni ağırlaşmıştı iz-leyicilerin ağılı bakışları altında. Bakışını dışrakta balkıyandan, içrektekine çevirdi. O’nun ipini yakalayıverdi ruhunun elleri ve tinde yaklaştırdı yerini yakınsayan yörüngeye. Sonra yakarmasını isteyenin yakasına yapışmışçasına dikti gözlerini gözlerinin içine.

Yargıcı, kaçırdı gözlerini berikinden telaşla ve izleyicilere döndü:

- Bu yerdeki Yersiz mi sizin Mehdi’niz?

Yersiz doğruldu olduğu yerde ve nefesini topladı. Nefsini aldı karşısına, başladı konuş-maya:

- Başkasını kurtarmaya çalışan, kendinden çalar ve kaybolur kurtuluşa çalan kurak kurgusunda. Kişi ancak kendisinin Mehdisi olabilir! Zira şeytanın üzerine oturduğu yol dışrakta değil, içrektedir!

Yargıcı sözünü kesti:

- Yolda oturan: Doğru yoldan çıkartan, saptıran bir tek sen varsın!

Nefsi devam etti sessizce içinden:

- Bu halk üzerinde benden başka bir Rabbe gerek yok, birazdan bilecekler. Varsın hala seni Mehdi bilsinler!

Sonra tekrarladı nefsinin emirlerini:

- Asker! Yargı bitmiştir. Yerdekini kaldır yerden.

Yardımcılardan ikisi koluna girerek Yersiz’i ayağa kaldırdı. Diğerleri önüne dizildi ve silahlarını hedefe kilitledi. Yardımcılarının arkasındaki Yargıcı elindeki sütkırı mendili yere bıraktı. Hedefin tam arkasında tahtında oturan Kutlu Gökçe Kağan da ardı sıra elini havaya kaldırdı ve beyaz işlemeli siyah mendilini rüzgara teslim etti. O anda yerin en keskin nişancıları tetiklerini çekti: Tek ve tok bir ses duydu sadece izleyiciler!

Ayakta tutan dağlarla, ayakta duran ağaçlarla kıyamda şahitlik etti Yersiz. Kovalayan atlarla, kurtlarla; kovalanan geyiklerle, tavşanlarla rükuda itaat etti ve esen rüzgarla, uçan kuşlarla, akan ırmaklarla secdeye kapandı bir nefeste iki kere, teslim oldu.

Kurşunların bedenine ulaşmasına tek bir an, yarım bir nefes kalmıştı. Annesinin kucağındaki küçük bir kız çocuğunun gözleri takıldı Yersiz’in bakışının havada bıraktığı ize. Çocuğun gözlerinin ardından Mikail’e bağırdı Hızır:

- Ey Bozlak Kurşun, dön dönebildiğin kadar bu dem hedefin içinden giden izin etrafında!

Nefes yarım kalmadı. Tamamlandığında Kutlu Gökçe Kağan’ın kolu havada asılıydı hala. Bir nefes daha aldı Yersiz. Kağan kolu havada, bıraktığı mendille yarışırcasına yere kapaklandı. Bir gürültü yükselmeye başladı izleyiciler arasından. Yargıcı gürledi:

- Asker! Üç küçük çocuk getir ve diz arkasına. Kendinden çalsın da kurtarsın onları Mehdi!

Kağan’ın cansız vücudu kaldırıldı yerden. Yargıcı onun kanıyla beyaz işlemeleri kırmızıya boyanmış olan mendili aldı ve boşalan gökçe tahta oturdu. Üç küçük masum dizildi Yersiz’le arasına ve keskin nişancılar silahlarını bir kez daha doğrulttu.

Yersiz ikinci rekata durmuştu kanlı mendil Kağan’ın hala sıcak olan kanıyla nefes aldığı gözenekleri tıkanan toprağın çekimine bırakıldığında. Kelimeyi duydu hedefe bir an kala kurşunlar. Yersiz selam vermek için kafasını çevirdiğinde, hala bakışının izinde kilitlenmiş olan küçük kızın gözlerini gördü. Ama Mikail’i duymadı Hızır’ı da duymayan kulakları:

- Ey Bozlak Kurşun, dur durabildiğin demde hedefinin içinde! İzin kalmasın..

Nefes yarıda kaldı, Yersiz secdeye kapanırcasına dizleri üstüne yığıldı. Yargıcının kahkahasıyla yırtıldı sessizliğin örtüsü. Kahkahaya eşlik eden birkaç ses çıktı birkaç nefes sonra. Sesin nerden geldiğini anlamak için kahkahasını tadı damağında kalsa da yarıda kesti Yargıcı. Birkaç benzer ses daha çıktı.

Küçük kızın gözleri takıldığı izden kurtuldu bu seslerin çekiminde. Sesler Yersiz’in göğsünden çıkıp, izlencenin üzerine kurulduğu tahta döşemeye çarpan kurşun kovanlarından geliyordu!

Doğruldu Yersiz. Yarım kalan nefesini tamamlarken, selamını da tamamladı. Sonra da sesi doğruldu boşlukta:

Nehre..
Simer, bis-saa’mre!
Verah-harrum.
Li’len sevah’e,
Serşaa mi’ren.
Serşaa-he,
li’len.
Ve nehre..

Ve tekrar düştü yere. Ruhu bedenini selamlarken, kurşunların bıraktığı boşluklar kanıyla dolmuştu.

Dağlar, ağaçlar, atlar, kuşlar, geyikler, tavşanlar, kuşlar, rüzgar ve su bir oldu, tekrarladı:

Nehre..
Simer, bis-saa’mre!
Verah-harrum.
Li’len sevah’e,
Serşaa mi’ren.
Serşaa-he,
li’len.
Ve nehre..

Nişancıların silahlarının ucundan göğe yükselen duman tekrarlanan sözün ritmine bıraktı kendini ve kıvrıla kıvrıla içine kapandı.

Yargıcı böldü yerin tutturduğu türküyü:

- Ne demek bu? Katipler, hemen tercüme edin!

Hiçbiri bilmiyordu bu dili ama. Böyle bir dil var mıydı, onu da bilmiyorlardı. Yargıcı’ya durumu an’latmaya çalıştılar. Yargıcı silahını çekti ve hala önünde duran üç masumdan en yakınında olana doğrulttu:

- Biri bu sözleri tercüme etmezse, sırasıyla öldürürüm bu çocukları. Olmadı, söz tercüme edilene kadar birer birer hepinizi öldürürüm. Gündüz’e ve Gün-eş’e, Gece’ye ve Ay’a ant olsun!

Annesinin kucağındaki küçük kız çocuğunun gözleri bu sefer kendi içine kapanarak yaptığı dansı hala sürdüren dumana takıldı. Ve bakışları havada asılı, konuşmaya başladı:

Nehre..
Simer, bis-saa’mre!
Verah-harrum.
Li’len sevah’e,
Serşaa mi’ren.
Serşaa-he,
li’len.
Ve nehre..

Birden izleyiciler ardı sıra katıldı küçük kıza. Yargıcı öfkesinden çıldırmak üzereydi ve türküyü bu sefer silah sesiyle böldü!

Silahın ucunun gösterdiği çocuk ağlamaya başladı ama vurulmuş gibi değildi. İyice şaşıran Yargıcı birden soğuk soğuk terlemeye başladığını fark etti. Karıncalaştı teni, gözleri karardı. Kusacak gibi oldu. Elini göğsüne götürdü. O an dokunduğu yerden bir sıcaklık yayıldı tüm bedenine. Yerdeydi ve kanı, henüz kurumamış olan Kağan’ın kanına karışarak, toprağın içine sızıyordu. Kafasına kaldırmayı denedi. Gözleri kapandı. Gözlerini tekrar açtığında, bir yangın yerinin ortasında buldu kendini. Ardında bıraktığı bedenine yayılan sıcaklık çoktan yitmişti.

Aradan onlarca yıl geçti. Gün’ler, Gece’ler birbiri üstüne devrildi. Küçük kız çocuğu yaşlı bir koca-karı olmuştu artık. Şiddetli bir kavgaya tutuşmak üzere yerden ellerine taş alan torunlarını sert bir ses tonuyla uyardı:

- Yersiz’in türküsünü yakıp durdukça bu Yer-Deniz, 
  Ve duman kıvrılarak bıraktıkça Gök’te ondan iz,
  Yasaktır ademe öldürmek başkasını, biliniz:
  Öldürmek için yaptıklarınızla öleceksiniz!

Çocuklar taşları yere bıraktı. Koca-karı’nın doğru söylediğini biliyorlardı. Bir soğuk yel esti. Çocuklardan birinin içi titredi. Koşarak evlerine kaçtılar. Yağmur başladı onların ardı sıra.. Koca-karı bir an daldı, bakışları havada asılı kaldı. Hava da iyice kararmıştı. Birden gök gürledi. Yağmur damlaları ışıklar içinde yanarak, havada Koca-karı’nın bakışlarıyla beraber bir an asılı kaldı.

12/01/2008
oNuR :: sU LeKeSi

Hiç yorum yok:

iZ-LeYiCiLeR