31 Aralık 2007 Pazartesi

(d)evrilen ritüeller 1 - Yeni Yıl Kutlaması


Frig mitolojisinde Çatal Höyük’teki Ana Tanrıça, Hititlerdeki Hepat ve Urartulardaki Hepa karşımıza Kybele olarak çıkar. (Daha sora da Yunan mitolojisinde iyice evrilip, kılık değiştirip Gaia olacaktır.)

Ana Tanrıça Kybele, Attis adında bir genç adama aşık olmuş bir gün. Bu aşk hikayesine başlamadan önce, Attis’i de tanıyalım kısaca:

Sakarya Irmağı’nın Tanrı ve Tanrıçalar dışındaki tek hakimi su perisi Nana’ymış. Nana’nın saçları topuklarına kadar, teni ise bembeyazmış. Gün boyunca nehirde şarkı söyleyip, yıkanan su perisi, güzel vücudunu sergilemekten de hiç kaçınmazmış. Çünkü Tanrılar’ın izniyle sonsuza kadar bakire kalacaklardanmış.

Zeus, Nana’ya armağan olarak, ırmağın kenarlarını badem ağaçlarıyla donatmış. Bir gün, su perisi bu ağaçlardaki bademlerden birisini alıp, kabuğunu soymuş. Bademin içinin kendi teni gibi bembeyaz olduğunu görünce, karşılaştırmak için onu göğüslerinin arasına koymuş. Nana beyaz, badem ondan beyaz.. Ama birden Nana’yı garip bir titreme almış ve badem eriyerek göğüslerinin arasında kaybolmuş. Bir süre sonra bakire Nana hamile olduğunu fark etmiş. Ve sonunda bir erkek çocuk dünyaya getirmiş: Attis..

Ve Attis, bu aşk hikayesinin başında Tanrıça’sına sadakat sözü vermiş. Ama zamanla sözünü unutup, efsanevi Frig kralı Midas’ın güzel kızına aşık olmuş ve onunla evlenme kararı almışlar. Genç adam ve Tanrıça arasındaki aşktan haberdar olmayan birisi, Tanrıça’yı düğüne çağırmış. Attis düğünde Tanrıça’yı görünce birden sözünü hatırlamış, utanmış ve ne yapacağını şaşırmış.

Bu arada Tanrıça, ihanete uğradığından habersizmiş. O saf ve temiz olan aşkı temsil ediyormuş. Henüz bir Haberci Tanrı’sı da yokmuş. Çünkü buna ihtiyacı yokmuş: İnsanoğlu ve onları yöneten Tanrılar ve Tanrıçalar, kötü huylara ve duygulara (aldatma, iki yüzlülük, yalan ve hırsızlık) henüz tam anlamıyla sahip değillermiş.

Attis, suçluluk duygusuyla orada hemen erkeklik organını kesivermiş. Sevgilisini kanlar içinde gören Tanrıça, dayanamayarak onu bir çam ağacına dönüştürmüş. Yani onu sonsuzluğa bağışlamış: Bilirsiniz çam ağacı yaprak dökmez..

Kybele’nin tapınağındaki rahipler de bu yüzden Attis gibi hadım olmak zorunda kalmış bundan sonra. Hadım etme, özel bir tören ile yapılır ve kesilen organlar çam ağaçlarının dibine gömülür olmuş. Böylece aynı zamanda Ana Tanrıça da döllenmiş olurmuş. Ve bu tören kutsal bakire Kybele ve bir başka bakireden doğan Attis ilişkisini sembolleştirmek için yılın belli bir zamanında yapılır hale gelmiş: 21 Mart’ta. Yeni yılın, yani baharın başlangıcında..

Daha sonra bu kutlama geleneği, Anadolu’daki Hıristiyan ritüelleri arasına geçmiş ve yayılmış. Aynı bazı Hitit ve Hatti geleneklerinin Anadolu’da yaşayan Müslümanlarca Müslüman inancı ve ritüllerine geçirilmesi gibi..

M.Ö. 46 yılında Roma imparatoru Sezar, takvimin başlangıcını Ocak ayı olarak değiştirse de halkın diretişiyle yeni yıl kutlama geleneği uzun bir süre Mart ayında yapılmaya devam etmiş. 1564 yılında Fransa kralı IV. Charles aynı değişikliği ikinci kez yapmış. Bunu kabul etmek istemeyen birkaç topluluğu çağın gerisinde kalmakla eleştirmek için düzenlediği sahte partiler sonucu da, Nisan ayı başlangıcını aptallar günü olarak anılmaya başlanmış. Yani 1 Nisan şakaları doğmuş..

Peki bu yılbaşı kutlaması Hıristiyanlığa nasıl ve neden geçmiş?

Önce bir adım geri atarak, Ana Tanrıça kavramına dönelim. Bu kavramın Yunan mitolojisindeki ilk görünüşünün Gaia olduğunu söylemiştik. Olimpos Tanrıları arasında ise, Ana Tanrıça kavramı Artemis ile son kez vücut bulmuş. Artemis ise bu mirası annesi Leto’dan (Likya mitolojisindeki Ana Tanrıça) almış.. Artemis Anadolu’da zamanla Savaş Tanrısı Ares’ten bile daha güçlü bir kimlik kazanmış.

Artemis’in merkezi tapınağı Efes’miş. Pavlus tarafından bölge halkına tanıtılmaya çalışılan Hıristiyanlık, Efes halkı tarafından ilkin sert bir tepki ile karşılaşmış: Çünkü Pavlus, Artemis’e dil uzatmak zorundaymış. Ama Meryem Ana’nın bölgeye gelmesiyle, halk Hıristiyanlaşmış, Meryem Ana ise Artemis’leştirilmiş. Zira Artemis’in (Ana Tanrıça’nın) kadın-bakire-anne özellikleri, Meryem Ana üzerine gayet uygun görünmekteymiş. Meryem Ana’nın niteliği ile ilgili önemli kararların Efes konsillerinde alınmış olması da belki bunu destekler.
İnançlar arasında yerel bir rezonans var gibi..

Ana Tanrıça Kybele, Artemis kimliğiyle Meryem Ana ile ve bakire doğumla dünyaya gelen Attis de İsa ile rezonansa girmişse – ki öyle görünüyor – bu kutlamanın Hıristiyan ritüelleri arasına girerken zorlanmadığı aşikar..

Hıristiyan arkadaşlar kendilerine haksızlık yaptığımı düşünmesinler. Vaktim olsaydı, İslam’ın bir şartı olmadığı halde kurban ibadetinin Müslümanlar arasında neden bu kadar yaygın olduğuna da Kurban Bayramı’nda değinecektim benzer bir yöntemle. Artık seneye..

Sevgiyle,,

oNuR :: sU LeKeSi

Ana Kaynakça: Ana Tanrıça’dan Mevlanaya, Ali Canip Olgunlu

30 Aralık 2007 Pazar

kontrol girişimi Vs fena hali



Kişi içinde bulunduğu herhangi bir sistemi (: aile, arkadaş grubu, sınıf, çalışma takımı, parti, cemaat, ülke, dünya, doğa,,) kontrol etmeyi denediğinde, kendisini o sistemden dış(ta)lamış olur. Ve kontrolü kaybetmeden hareket etmeyi denediği her adımda, seçenekleri biraz daha azalır. Öyle ki, belirli bir eşikten sonra artık kontrol etmeyi denediği şey tarafından kontrol edilir hale gelir.

Gerçekleşen kontrol devir teslimi bir süre fark edilmeyebilir. Ama önünde sonunda, kişi başlattığı oyunu kaybeder! Yenilgi kaçınılmazdır.. Zira yenilgi, yenginin edilgenidir. Ve böyle bir oyunda kişi etken olarak uzun süre oyunda kalamaz.

Sorun kontrol etme girişimdedir, sonrasında gerçekleşen herhangi bir şeyde değil! Yengi için kişinin öncelikle bu girişimden vazgeçmesi gerekir. Peki bu vazgeçiş nasıl olmalı?

Vazgeçiş başkalarının girişimlerini de önleyecek nitelikte bir vazgeçiş olmalı! Ve bu ancak ve ancak içinde bulunulan sistem ile bir-leşme, bütünleşme ile gerçekleşebilir. Bir anlamda, bir fena hali içine girme ile..

Kişi fena halindeyken, normalde yapamadığı şeyleri yapabilir:

Muhabbette fena haline ulaşan, bir araya getiremediği birçok düşünceyi bir çırpıda, büyük bir akıcılıkla ve çok az bir kayıpla toparlayıp karşısındakine aktarabilir. Öğretimde fena haline ulaşan, bir an önce kendisinin bile bildiğini bilmediği şeyleri anlatabilir öğrencilere. Top oynarken fena haline ulaşan, yapabileceğini hayal bile edemediği hareketleri ve atışları yapabilir. Ve kendisinde fena haline ulaşılan iş ne kadar büyükse, gerçekleşmesi o kadar güç görünen hayaller canlanıverir.

Birçok şey de fena haline ulaşılmadan yapılamaz aslında. Hatta, fena haline ulaşılmazsa bazı işlere girişmek işkenceye bile dönüşebilir. Gondola binmek gibi..

Kişi gondola bindikten sonra kendisini kasar ve düşmemek için çabalarsa, gondoldan indiğinde omzu, kolları ve ayakları tutulmuş olabilir ve bir hafta kadar bunların acısı geçmez. Bir de mide bulantısı ile kusma riski var tabii..

Oysa gondolda fena haline ulaşan birisi - mesela en arkaya geçip, vücudunu hiç kasmayan ve en yüksek noktada bir öndeki sıraya kadar sarkan birisi – diğeri gibi sürtünmelerle karşılaşmaz hiç. Aksine, büyük bir haz duyar bu sırada..

Sözün özü, dışrağı kontrol etme girişiminde bulunmamakta ve fena haline ulaşmakta – ayrımın an(lam)sızlığını ayrımsamakta ve içrek/dışrak ayrımını yok etmekte – fayda var gibi. Ama atlanmaması gereken önemli bir başka nokta daha var: İçrekte kontrol meselesi..

İçrek kontrol girişimleri benzer bir sorunu tetikleyebilir mi?

Burada kimin, nasıl bir kontrol etme girişiminde olduğu önemli: Kişi kendiliğinden mi buna girişiyor, yoksa onunkisi diğer(ler)inindeki onun bir dolayı mı?

Kişinin kendiliğinden kontrol edemediği duygular genelde diğerlerindeki izinin tetiklemesiyle kontrol ediliyor olur ki aslında bunlar birer bağımlılıktır. Ve her bağımlılık gibi zararlıdırlar.

Kontrol edilebilirliğini belirleyen tek şeyin kişinin kendisi olduğu duyguların kontrol edilip, edilmemesi ise herhangi bir sorun yaratmaz. Özne de, nesne de zaten aynıdır çünkü! Duygunun kontrol edilmesi gerekiyorsa edilir, kontrol edilmemesi gerekiyorsa edilmez..

25 Aralık 2007 Salı

biliş ki barış


Bilmediklerinden korkar hep kişi Nietszche’ye göre. Oysa korkulması gereken kişinin bil(iş)medikleri değil, bil(iş)memeleridir.

Düşman ne içeridedir, ne de dışarıdadır aslında. Düşman, içerdekilerin dışarı çıkmamasında veya dışarıdakilerin içeri girmemesindedir sadece.

Giriş-çıkışlar olmayınca, olmayışta aramaz kişi düşmanı doğal olarak. Bu yüzden düşman diye bulduğu her şey bir yanılsamadan öteye geçmez. Bulduklarından kurtulsa bile, korkularından kurtulamayışı ve yeni düşman(lar) arayışı bundandır.

Bu bağlamda, “Bilmediğiyle savaşan kişinin savaşı kazanma olasılığı pek düşüktür” cümlesini genişletmekte fayda var: “Bilmediğiyle savaşan kişinin savaşının bitme olasılığı pek düşüktür. Savaş bitse de kazanma olasılığı..”

Yunus ne güzel söylemiş:
Beri gel barışalım, yad isen bilişelim!

23 Aralık 2007 Pazar

Kıvırcık Kurban

- (Bakışlarla selam verme ve gülümseme)
- (Bakışlarla selam verme ve gülümseme)

- Affedersin.. Hep geçiyorsun buradan. Öğrencisin değil mi?

- Evet..

..
- Wallaha bak, ben seni oğlum gibi seviyorum. Senin saçların kendinden mi böyle?
- Evet :)
- Allah’tan yani, Kuaför’den değil?
- Senelerdir berbere gitmedim ki :)

- Sen de bir şey yapmıyorsun kıvırcık olması için?

- Banyodan çıktıktan sonra kurutmuyorum bile :)

- Allah Allah.. ..Ben inan çok seviyorum kıvırcık saçı. Herkese de gitmez. Bak sana yakışıyor da. Ama kessek onları, yanları şöyle alsak, arkaya tarasak.. ..yüzün ortaya çıksa, daha güzel olursun?

- :) Biliyorum ama o zaman baş edemiyorum kızlarla :P En iyisi saklanmak..


...
- Gel bir çayımı iç?
- Sağ olun ama acelem var, ilk okuldan beri görmediğim arkadaşlarımla buluşacaktım :)

- Bir dahaki sefere öyleyse?

- Söz!

- Kurban Bayram’ın mübarek olsun bu arada..

- Sizin de.. :)

- Bu sene daha iyi oldu kesim işlerini düzenlemeleri, değil mi?

- Bence öyle dışsal bir düzenleme yerine içsel bir düzenleme getirmek gerek bu işe.

- Nasıl yani? Hayvancıkları kesmeyelim mi diyorsun sen de? :)

- Hem evet, hem hayır. Sevgiyle kendisine bağlanmayan bir hayvan kurban olamaz. Onun eti, kemiği ya da kanı ulaşmayacak ki Allah’a. Burada amaç bence bir şeyin sevgisinden vazgeçerek, sevgiyle şirke düşmeyi engellemek.

- Hımmm.. Anladım. Öyleyse senin saçları mı kurban etsek?

- :)) (..) Ben geç kaldım, size hayırlı işler..

- Sağ olasın :)

- Selamun Aleyküm
- Ve aleyküm selam

20 Aralık 2007 Perşembe

aRTı 1

Başlangıç: 14/06/2006
İblis gör(e)medi diye, Adem’de iç(inde)kini
Yitirdi her noktasında, secde ettiği cenneti!
Fark ed(e)mediysen içinde, Sofu kardeş İblis’i,
Bilinir mi “namaz”ın sonu: Cennet mi, Cehennem mi?
 
Dünya dediğin cehennem, cennet, ve de girişimi;
Bir noktanın üstü cennetse, altı hep cehennemdi!
Ayır(a)mıyorsan dünyada birinden diğerini,
Ne fark eder seni bekleyen: Huri mi, Zebani mi?
 
Biter mi yolculuk cehennemde? Ve dahi cennette?
İkisi de O’((nda)n) olacak hep birkaç adım geride!
Biterse yolculuk birinde, yanılırsın sadece:
Çünkü yol da
O, yolda giden de, yol olup gidilen de..


O’na giden yolun sonu yok; sonsuz yine sonsuz tane:
Varın tarlanıza nasıl dilerseniz o şekilde!
Ne kaysın bakışınız, ne de sönsün yol yitmedikçe;
Şeytanlarınızla dosdoğru ilerleyin birlikte!


Muhammed’in Şeytan’ı da Müslümanlığı şeçmişti!
İbrahim’e inen koçu, Habil’in seçtiği gibi!
Koçtan kurban olur mu, İsmail kadar sevilmedikçe?
İnanmazsanız bana, gidip sorun bir de Kabil’e!


İlerleyin perde üstünde, kırışıklık misali;
Perde
O’((nda)n)! O ise perdeden ötürü gizli değil mi?
İçinizde ve dışınızda,
O’nda(n) sığının O’na yine:
Sizi eylemesin
O’nunla aldat(ıl)anlardan diye!


O dilemeseydi, gizlenmezdi perdenin ar(k)asına;
Perdenin üstünde Musa: Bir nokta; bir nokta: İsa!
Korkulur mu hiç şeytandan, bütün noktalar
O’((nda)n) ya!
Çağırın onu da, birlilikte, gidin diye Hak Yol’(d)a:


İki adım arasında, “an” akar sanki sonsuza,
Oysa bütün anlar yan yana, asıl durur hep
O’nda!
Böyle dilemesi, görüyor olmasıdır aslında:
Çünkü izleyen
O, oynayan O, ve her daim oynanan da:


Secde meleklerindi, Adem’in saydığı gün bir bir;
İkincisi sadece, ilkine şükretmek içindi(r)!

O’na teSLiM olmuş vücudun, her nefesi ibadettir:
Her nefeste ruhun yüzü, iki kere secdededir!


Varlık da zorunludur, yokluk da: Hepsi O’((nda)n), hepsi “bir”!
“Tanrı”
O’nun kırışık perdedeki gölgesi gibidir!
Tüm kelimeler
O’(nun)dur, tüm cümleler ayeti(nden)dir:
Hızır’la Musa’nın yol ayrımı, bu birlikt(en gel)ir!
 
Tutulur mu yoksa oruç, çok yemek için “iftar”da?
İmam olunur mu hiç para kazanmak amacıyla?
“Atalarının dini” üstünde olmak cahilliktir:
Putlaşırsa minareler, yıkılmalıdırlar bir bir!
 
Duyulur ezan sesi, minareden okunmasa da:
Saflar bozulmaz; namaz, ezan için kılın(ma)dıkça!
Özdekini duymamak için, konuşmak yeterlidir;
Konuşmak için dinlemek, özge gölgeyi kirletir!
 
Yaşa(t)mak uğruna Bel’am, duymasına karşı(n) sustu;
Sonu Araf’ta: Dili sarkık, zavallı köpek oldu!
Doğru söyleyenin sözü, eğride yaşatmaz onu:
Bu yüzden Arif olan, hep onaylamıştı sonunu!
 
Buradayım hala! Peki eğri olan doğru(ldu) mu?
Öyleyse bundan gayrı, bu söz(ler)e güven olur mu?
Delirmekse ancak, yeterince düşünmenin sonu;
Daha düşünmek gerek(ecek) bulmak için doğruyu!
 
Hep bir bilen yaratmamış mı, her bilenin üstünde?
Onları yükseltmemiş mi, derece derece böyle?
Hızır’ı bulmamış mı Musa, bu cevabın üstüne?
Bilenler son(l)u: Demek ki hepsi bir çember üstünde!
 
Bilenlerin çemberinde hep O olmalı merkez(de):
Bu yüzden secde ed((e)me)meliydi İblis Adem’e!
O olamazsın sen” demeli(ydi), İbrahim Cebrail’e!
Hayyam’ın kadehine, sığ(a)mamalı(ydı) irade!
 
Hayyam’ın Müslümanlığına hiç laf etmek olur mu?
Yoksa nasıl böyle olur(du), Peygamber’in yorumu:
Sen Müslüman değilsin dedi(yse) biri diğerine,
Onlardan en az biri, Müslüman değil kesinlikle!
 
O’na O’ndan başka layıkıyla tapınabilen olur mu?
Fikrinde zikredince Mansur, zikri “dar”da son buldu!
Ama bir olmuştu o ateşle, “ben” demeden önce:
Yoksa neden seslensin ki
O, bazen kitapta “Biz” diye!
 
Yunus olup, her solukta: Aşk(ın) ile inleyerek;
Yükselip de bir solukta, dar ağcına çıkmak gerek!
Şems’te bulup sureti(ni), Mevlana olup dönerek;
Kendi(n) olup her adımda, toprağ(ın)a dönmek gerek!
 
Bakan gözle O’nu hiç, gör(e)meyeceğini bilerek,
Derviş olup, bir zerrede tüm alemi görmek gerek!
Bilen olup, şu evrende: Bilmediğini bilerek;
Çalı olup, Tur Dağı’nda; dile gelip, yanmak gerek!

Cennet için namaz kılıp, seccadeyi putlaştırma;
Zekat(ın)la böbürlenip, mülksüzlüğünü unutma!
Sevdiğinden vazgeçmektir, kurban dediğin aslında:
Bir iki günlük koçunu, İsmail ile bir tutma!
 
Mideyi boş bırakıp da, nefsi kibirle doyurma!
Akıl kalbe uymadıkça, girme sakın Hac Yolu’na!
Diyor ki “Ey iman edenler, iman edin!” kitapta: (65:10)
Öyleyse bir kez iman etme(k), yetmiyor bu dünyada!
 
“Biliyorsa eğer bunu”, deme “bana yok hiç gerek!”:
Bakışınla birden boşluk, şekillenip olur gerçek!
İman etmiştin sen zaten, bir kere Kalu Bela’da;
Bir daha düşünmeli(sin), neden geldin bu dünyaya?
 
Kiminin gerçeği yalan, kiminin yalanı gerçek;
Kimi gerçeği anlatır, bazen yalan söyleyerek!
Anık olan bir yumurta, dünya yaşlı bir tavuk(sa):
Sofralara meze olur, kabuğundan çıkmayınca!

Perde bir an aralan()da, maşukun gözü ardında:
Doğmalıdır bir kez daha, girmek için aşk yoluna!
Aslolan aşk olmalı ki, cümle maşuk hep bahane:
O maşukla aradaki, alış-veriştir sadece!
 
Alış-veriş edeceksen, hep ticaret vardır orda:
Yazgıdır kazık yeme, ya da adettir kazık atma!
Paylaşmayı istersen de, sahip olamaz(sın) aşka:
Anda artar eksilmeden, çok aşık ve tek maşukla!
 
Alan memnun, veren memnun: Onur sözü niçin dizdin?
Ne düzeldi söz dizdin de? Hem de nice eksikliğin!
Namaz kıl ki unutma(zsın), senin değildir ki zaman;
Herkes gibi bir mülksüzsün, zekat ver ki hatırla((r)sın)!
 
Oruc(um) olsun öyleyse, namaz kıl(ma)dığım zaman;
Namaz(ım) olsun öyleyse, söz dizdiğim cümle zaman;
Zekat(ım) olsun öyleyse, söze dökerken eksilen;
Hac(cım) olsun dar ağacı; Kurban olsun bendeki can!
 
Alem olur hep mücahit, Mansur gibi şehit ben de:
Önce kalbim, sonra aklım, sözüm ve eylemimle!
Yani olayım ben de bir Abdurrezzak Şeyh-i San’an:
Dünya ile evleneyim: O döner, ben verince can!
 
Özdeki suyunu insan, kirletmiş ya bedeniyle:
Özge suyla vaftiz olsa, ya da abdest alsa nice?
Islanmaktan korkmuşlar da, ruhlar kaçmış yağmurundan;
Düşünce tarlalarına, duvar örmüşler betondan!
 
Duvar örenlere göre, hayalettir örmeyenler:
Duvar nedir bilmeyen ser, duvarlardan geçip, gider!
Bir duvara takılıp da, gidemezse daha eğer;
Ölmeden önce ölüp de, varlık düzeyin((d(e))n) göçer!
 
Irmak ile anda çağlar; deniz ile hatme kadar:
Yol vermezse toprak ona, buhar olup göğe ağar;
Bir buluta yüklenir de, rüzgar ile deniz arar;
Yağmur olur, içkin yağar; deniz olur, içrek taşar!
 
An(lama)daki eksiği, gizlemez o, isim ile:
İçkinler bin bir taneyse, isimden doğar sürtünme!
Sürtünme azaltıl(a)maz; biri iki yapmak ile:
Anda artar bu sürtünme, taşınıp bir üst düzeye!:
 
Komutan olur bir katil, bin bir kişi öldürürse;
Çünkü bin birin her biri, ikinin diğer birinde!
Oysa birinin varlığı, bağ(ım)lı diğerine:
Kötü yok edil(e)mez ki, iyi varsa hala serde!
 
Amaçlaş(tırl)ır araç, sorgulanmaz ise eğer:
İçerlek olur da dışlak; içrek, o surette yiter!
Yaşam bile olmuş olsa, putun içi dolmaz diye;
Putu kırıp, ölmek gerek; doğmak için içrek ile!
 
Duvarları arasında, putlaşınca yaşantılar;
İçsel boşluk korkutur da, kişi iyisine kaçar!
O da yetmez, korkusunu bağlar kötü dediğine,
Kundaktaki bebeğini, besler Korku, nefret ile!

Gün olur, bir bebek büyür; sürüsüne olur çoban:
Savaş açar kötülüğe, Tanrı olup da alır can!
Duvardaki çatlaklardan, oluk gibi akarken kan,
Güneşte kuruyup, donar: Berkitir duvarı, donan!
 
Gölgeler çoğalır, büyür, başlar öl(dür)meye insan,
Sürüp gider aynı oyun, değişse de sürü, çoban!
Eğer biri olmaz ise Abdurrezzak Şeyh-i San’an:
Dünya ile evlenip de sonra dönüp, vermezse can!
 
Zira iman beş tabaka, sonu(ncus)u sonsuz tane..
İlk tabakadan başlayıp, eklemeli bir bir üste!
Pazarlık vardır imanda, kalbe aklı eklemezde:
Verilecek bir şey yoktur, bu bilinebilse keşke!
 
Hem şeriat, hem tarikat kapısından geçince de
Pazarlıktan çekinilir, tabii gören olmaz ise!
Söz de iman edince, her dem olur o çekince:
Bir “gören” vardır bilgisi, somutlaşır sözcüklerle!
 
Geçince marifet ve de hakikat kapılarından
Pazarlık kalmaz imanda: Eylem eder zira iman!
Ama yakın komşulukta, küller alevlenir yine:
Bu yüzden de bir tabaka daha çıkmak gerek üste!
 
Tüm kapılar aynı olur, iman ediyorken iman:
Her ne ki birde(n)dir, birdir, geçiyorken bu son yoldan!
Bir tabaka atlanırsa, boşluk kalır içeride
Diye diğer durumlarda, putlaşır o iman bile!

CaN

Önce bir tanım ve onun iki türevi:

Can, görünmeyen/bilinmeyen.
Canlı, görünmeyeni/bilinmeyeni olan. 

Canlanmak, görünmeyeni/bilinmeyeni oluşmak.

Ve bir olasılıkla canın bütününe kattığı şey, dışrakla etkileş(ebil)en içrek bir devingenlik.
 
Şimdi bu tanımca şekillenmiş anlamlar civarında birkaç kavramın yaklaşık olarak anlam açılımı:

Her insan, canlı bir bütün/hücresel sistem ve insanın “ben” dediği şey, bu bütünün/hücresel sistemin canı.

Ve özgül bir niceliksel eşiği aşan aile, grup, toplum, devlet,, (veya daha geniş anlamda doğa, evren,,) gibi her insansal sistem, niteliksel bir değişim geçirip, canlanmalı: Bedeni canlardan oluşan, kendisi canlardan aşkın bir canlıya dönüşmeli! Öyle ki onun canı, bedenini oluşturan canlarca görünmeyen/bilinmeyen ama onlarla etkileşip, onların bütününe devinim katan olmalı. Bu sırada kendisiyle aynı varlık düzeyindeki canlarla da etkileşmeli.
 
Şimdi de varsayım niteliğinde birkaç çıkarım:

1) Şairin/sanatçının içsel keşifleriyle bulup, şuuruna/bilincine çıkarttıklarıyla; alimin/bilimcinin dışsal keşifleriyle bulup, (/b)ilimine indirdiklerinin aynı şeyler olabilmesi hem içrek, hem dışrak canlılıkla ilgili belki de.

2) İnsanın “ben” dediği canı olduğu bedenle, bedenini oluşturduğu canla ve diğer insanlarla (veya kendi varlık düzeyindeki diğer canlılarla) etkileşim halindeyse, farklı ölçeklerdeki bu etkileşimlerden herhangi biri, bir diğerinin bir yansıması olarak da düşünülebilmeli. Aynı iki maddenin kütle-çekimsel etkileşimlerinin her ikisinin uzay-mekanla ayrık kütle-çekimsel etkileşimlerinin toplamının bir yansıması olabileceğinin düşünülebilmesi gibi.
 
Başka anlamlar civarında son çıkarımın yeniden açılımı:
 
İnsanlar öz-ü-gür iradeye sahiptir ve Tanrı ( :Almaşık olarak evrenin ruhu ya da evrenin hem bedeni, hem ruhu), öz iradeye sahiptir dediğimizde; insanlar arası etkileşimler, Tanrı ile ayrık etkileşimlerinin bir toplamı olarak yeniden yazılabilmeli. İnsanların öz-ü-gür iradeye sahip olduğunu söylediğimiz yerden hücrelere baktığımızda ise, hücreler de öz iradeye sahip olmalı ve hücreler arası etkileşimler, hücrelerin “ben” ile etkileşimin bir toplamı şeklinde yeniden yazılabilmeli. Yerimizi değiştirirsek ve hücrelere öz-ü-gür iradeye sahip dersek, bu sefer “ben” öz iradeye sahip olmalı. 

17 Aralık 2007 Pazartesi

ço(cu)kluk



karadan (b)ak denize,
karadan aka
(b)akarmışcasına..
..ama
karalamadan gün batımını
ve bıraktığı
izini
denizinin üstünde!

(k)aralanmış gün batımında
geceye çalarsa günlerin;
karaya çarpar çırpınırken
denizinde izlediğin,
denize iznin,
beriki suretin,,
ve tinde bir iz bırakır
karaya çarpandan,
kara(ya) çalan;
etin kesiğini yakan,
tuzu denizinin!

bakışınla
varla yok(ol)uşu
: çıkamasın onu yoklar,
yolda yok olanlar
varsın
yuvarlansın..
..ki.. varışın
varoluşun olsun!
yüreğin dolsun,
gözlerinden taşsın..
yüreğine sığmayan,
gözyaşlarına sığınsın;
sen yokuşu çıka-dururken,
belki
bir anda
yağar göğe ağan
yaklaşmadığı,
yakıştıramadığı,
yaka-çaldığı,,
yeşiline yüreğinin!
ardı sıra bir duman,
çıkıverir hiç durmadan:
oynaşırken seninle,
elini dokunuşuyla
gözünü okunuşuyla
yakar!
an akar.. ..sonsuza..
kokusunun tadıyla,
kutsar adını:
sarısına gözlerinin,
kendi gibi hafifmeşrep,
bir yeşil çalar..
..hatırlamak için baktığında
..onu doğururken ölen aşkı,
yürek yaşılını,,

ne vakit bakışsanız dumanla,
gözlerinin arkasına çıkar
ruhu kalbinin
..ve..
açıklar..
açılır dumanın rengi,
açığa çıktıkça gözlerinde aşk;
ruhunun kalbi,
hızla
atmaya başlar!
onun her atışında
kalıbının duvarına çarpar
ruhu kalbinin..
..ve sonunda..
yıkar onu!
kiri yıkanır acının,
aktıkça üzerinde(n) yaşam!
ama ölümüne dağılmasın diye
biraz öteye
yeni duvarlar örülür yine!

(u)yanıktır artık ço(cu)kluğun,
(u)yusa da uyku..
ve hiç değildir uslu;
puslu gözlerinden önce
çıkar yokuşu:
yetinemez ki
,,yetimdir
: ne anası olmuştur, ne babası!
sonra koşarak gelir yanına,
başlar kon-uşmaya..
ve bir bir gördüklerini
fısıldar kulağına..
dinlemezsen an-lattıklarını sana,
an(lar) darılır..
dinlenmezsen an-ladıklarında,
yol(lar) daralır..

15/12/2007
oNuR :: sU LeKeSi

12 Aralık 2007 Çarşamba

aşk-ın

Hangi düşü, düşüncesi sevilesi yazmıştı acaba bunu İstiklal Caddesi üzerindeki o duvara da düş(ün)cemdeki birkaç duvarın sarsılmasına aracı olmuştu.
 
Tekillik isimli yazımı aslında yaşamın, zaman-mekanda 4 farklı devrimden oluşan bir süreci gittikçe büyüyen ölçeklerde ardı sıra tekrarlayan bir evrim oluşu düşü(nü)şü üzerine kurmuştum. (D)evreleri güncellemeyi denersem:

- Türevlenerek çeşitlenme
- Etkileşim pekiştirme ve berkitme
- Tümlevlenerek bir(lik)leşme
- Can-lanma, parçalardan aşkın üst düzey bilişsel farkındalık(lar) oluşturma

Ön-ermeler ve (mutlu) aşk gibi yazılarda çeşitli noktalar etrafında yaklaşık olarak açmayı denediğim aşk’ın, bu evrimin itici gücü gibi göründüğü düşü(ncesi)ne düşmeye başladım o duvar yazısıyla karşılaşmamdan beri. Ve atomlardan moleküllere, moleküllerden arkaik virüslere, arkaik virüslerden hücrelere, hücrelerden organizmalara, organizmalardan – bizlerden – kim bilir neye yaşamı (d)oldurup (t)aşkınlaştıranın aşk olduğunu düş(ün)mek bana nedense iyi geldi :)

10 Aralık 2007 Pazartesi

yürekte yara

Payına düşen acıyı hakkını vererek yaşamaktan kaçarsa insan, sözün özünde, yaşamaktan kaçmıştır: İzleyici olur sadece kendi oyununda! Hep yüreğinin yüzeyinde kalır duyguları, hiçbiri(yle) derinlere inemez. Yüzeyin altında sadece boşluk vardır artık: Öyle ki, boşluğu kendisiyle doldurmayı denediği her şeyi yitirir onun (h)içimsiliğinde.

Evet, zordur acısında diretmek.. ..ama.. imkansız değildir!

Her yara gibi, yürekte yarası da kabuk bağlar insanın. Ve her kabuk gibi, bu kabuk da sürekli kaldırılır içkin bir (t)akıntıyla.. ..önü sıra, en fazla izi kalır. En şiddetlisinde bile acının.. ..insan diretse de.. yüreği dayanamaz, er geç genişleyiverir birdenbire. Yürek genişledikçe, dağılır acı içinde, hüzne dönüşür. Tatlı bir hüzne.. Baktıkça, dokundukça izine, hatırlatır; hatırlattıkça yeniden yaşatır geçmişi. İzin vermez alışmaya, alıştıkça yaşlanmaya, yaşlandıkça daha da alışıp,, eskimeye!
 
Küçük bir çocuk yüreği ise daha çabuk genişleyebilir büyüklerinkinden. Zaten, istese de.. ..yaşamdan kopamaz ki çocuk: Henüz oyunun en önemli kısımlarını o yaz(a)mıyordur. İçinden çığlıklar atsa da, ses çıkmaz bu ağlayışlarında gözyaşlarının teninde süzülürken çıkardığının dışında. Koşmak, kaçmak gelse de içinden.. ..çakılıverir olduğu yere, çekiliverir fırtınası dışraktan içreğe, tinsele. Büyümesi gerekir önce, daha çok kendi yazmaya başlamalıdır oyununu. Ancak kendi yazdığı oyunu kenara itip, acısının tadını çıkartabilir!

8 Aralık 2007 Cumartesi

küçükler, büyükler ve melekler

Annen/baban melek oldu küçüğüm??

Yıllarca bu cümle üzerine düşündüm. Büyüklerin yaşamı ve ölümü anla(t)madaki eksikliğini, hatta acizliğini tüm çıplağıyla gösteren bu cümleyi.. Küçüklerin kendileri gibi soyut ve somut ayrımına sahip olmadıklarını unutan büyüklerin, küçükleri de içinde bulundukları o karanlık çukura çekme çabasını.. Ve hep kızdım büyüklere: “Küçükler kadar doğru kim anlayabilir ki bunu? Neden düş(ün)cenizdeki kirleri onlara da bulaştırmaya çalışıyorsunuz, algılayışınızı bulandıranları onların duru suyuna atıyorsunuz?” diye..

Neyse ki benim yanımda kimse kurmamış bu cümleyi. Zira şimdi an’ladım ki sorun bu cümleyi kurmakta değil, sonrasını getirmemekte: Bir çocuğa bu cümleyi söyleyişin ardından bundan ne anladığını sormak ve içrek karanlığı onun anlayışıyla aydınlatmak gerekiyormuş!
Nicedir kon-uş-madığım içrek çocukluğum an’lattı bana da az önce. Aklıma gelenleri duyunca, birden içim ürperdi, yüreğim taştı, gözlerim doldu..

Melek(e)ler.. ..öz-ü-gür iradesi olmayan, öz iradey(l)e er(i-ş)miş can-lılar. Bu dünyadan bakınca, belki doğanın kanunları: Yağmur damlalarını yeryüzüne birer birer sırtlarında indirenler, iki elektronun arasında olup, böylece etkileşim(ler(in))e sebep (*aracı) olanlar, bedenden özgür :nurdan (*ışıktan) canlar (*gör-ünmeyenler, bil-inmeyenler).. ..en önemlisi de “Bizler hamdinle seni tespih ve takdis edip dururken, orada bozgunculuk, yozlaşma çıkartacak, kan dökecek olanı mı var edeceksin?” diye yaratılışına karşı çıktıkları Adem’e O’nun rızası için secde edenler (!) ve akıl hocaları İblis’e (Azazil’e) bakıp, onun gibi olmadıkları için ikinci kez secdeye varanlar..

Şimdi bunları bir bir söyleyin içrek çocukluğunuza, sonra da kulağına eğilip, fısıldayın başlangıç noktamızdaki cümleyi.. ..bakalım neler söyleyecek ardından size?

uĞuR

Ah be babacım.. Sendi(nn) ya.. ..uĞuR’lar(ınn) olsun!

3 Aralık 2007 Pazartesi

YaRa

Bu çiçekler.. benim için bir daha açar mı?
Bir gün olsun doğsa.. her şeyi unutarak güneş!
Zamana bıraksam.. iyi eder mi yaramı?
Söner mi acaba.. içine düştüğüm bu ateş?

O senli, kısa, ama mutlu saniyeleri..
Belki de, birer birer, günlere bölmeliydi..
02/07/2000
oNuR :: sU LeKeSi

BiR eKSiK, BiR FaZLa,,


Bulutlar.. ..beraberinde bir sessizlik getirir ya bazen..
İşte öyle günlerde, yağmur olup, indim ben yeryüzüne!
Eski hatıraların arasına gömmüş olmanıza rağmen
Umut olup doğdum ..ben.. sizin her gülümseyişinizde
24/01/2000
oNuR :: sU LeKeSi

NiNNi




Ben öldüm, uykuya dargın olanların.. ..o yalnız denizinde!
Yüzümde geçmişin izleri, hikâyelerin kimsesizinde!
Sonsuzluk beni kollarına aldı, bıraktığımca kendimi:
Anne ben öldüm, durduramadı bak beni de kimse, değil mi?

Sana oğlun öldü diyorlar diye ağlama boşuna anne:
Ben mutluy(d)um girerken bu karanlık, derin çukurun içine!
Nesi garip ağlayarak geldiğimden gülerek gidişimin?
Birincilikle gelinen o yerle ikirciksiz birleşimin?

Anne kapanıyor gözlerim, haydi bana ninni söyle yine!

14/02/1998

oNuR :: sU LeKeSi

iZ-LeYiCiLeR