Toplumda dilenmenin meşruiyeti giderek zayıflıyor.
O kadar ki, cebimizdekileri onlarla paylaşmaya çekinmekten çok daha öteye gitti
iş artık: sokaklarda onlara tahammülümüz dahi yok. Oyunlarını ortaya çıkarmak
için birbirimizle yarışıyor ve o oyunlara kananları uyandırmaya çalışıyoruz.
Oysa eskiden onlara yardım etmek için yarışırdık.
Peki, ne değişti eskiye göre?
Aklıma gelen en çarpıcı değişim, televizyonlarda,
sinemalarda, tiyatrolarda ve de tabii ki miting meydanlarında bizleri ağlatan profesyonel
oyuncaların oldukça fahiş ücretler almaya başlaması.
Ne yaman çelişki değil mi? Duygu sömürüsünü meslek
edinenlerin bazılarına bizim belki hiç sahip olamayacağımız zenginlikleri bahşederken;
diğer bir kısmınaysa bizi pek de etkilemeyecek karın tokluğu kadar bir bahşişi
bile çok görüyoruz.
Bence meselenin en can alıcı noktası bu çelişkide
saklı zaten, başka türlü olması imkânsızdı. Sokakta elimizi cebimize atmamıza
engel olan şey her neyse, bebek yüzlü aktör ve aktrisleri ya da nur yüzlü hoca
ve liderleri çoluğumuzun çocuğumuzun rızkına ortak etmemizin sebebi de aynı.
Ortaya çıkan oksimoronun kaynağı ahlakla değil,
vicdanla ilgili: yani değişen şey, başkalarıyla ilişki kurma tarzımızda değil,
kendimizle ilişki kurma tarzımızda.
Bize içine kaçabileceğimiz ve orada tüm sıkıntılarımızdan
saklanabileceğimiz bir edebiyat sunan umut tacirlerine her şeyimizi verebiliriz
bugün. Zira onlar olmadan yaşayamaya devam edemeyiz. Aynı duygularımızı
sömürmelerine rağmen sıkıntılarımızın artabileceğini hatırlatmaktan başka bir
işe yaramayan sahtekârlara ise dünyamızda asla yer yoktur.
Başıma gelen iki garip olayla sonlandırayım
yazıyı. Anlayana sivri sinek, saz; anlamayana davul zurna, az.
İlk olay, on beş sene kadar önce, liseden yeni
mezun olduktan kısa bir süre sonra gerçekleşti. İstanbul’da bir arkadaşımla
beraber tüm paramızı çarçur edince, yolda kalmış ve metroya nasıl binip de eve
gideceğimizi düşünmeye başlamıştık. O sırada bir dilenci geldi ve kendisine
yardım etmemizi diledi. Vallahi biz de yolda kaldık, yoksa yardım ederdik
deyince.. ..eline cebine daldırdı, bir avuç dolusu bozuk para çıkarttı ve ne
kadar ihtiyacımız varsa oradan o kadar almamızı diledi. Ne yalan söyleyeyim, o
dilenci olmasaydı o gün ne yapacaktık hala bilmiyorum.
İkinci olay ise on beş gün kadar önce İngiltere’nin
Oxford şehrinde gerçekleşti. Üniversiteden eve dönerken çok
yorulunca, bisikleti kenara çektim ve kaldırımda biraz dinlenmeye karar verdim.
Hava yavaş yavaş kararıyordu. Ben bağdaş kurmuş duvar dibinde otururken, yoldan
geçen ve kafası da biraz güzelleşmiş bir genç, yanımda duruverdi. Elindeki henüz
yenmemiş dürümü bana uzattı ve kabul etmemi istedi. Ben kendisini nazikçe
reddedince, dilenci olmadığımı anlayan arkadaşları zorla uzaklaştırmak zorunda
kaldı genci yanımdan. Zira o yine de dürümü almam konusunda ısrarcıydı.
Dilencilerin sokakta kurguladıkları sahnelerin de birer sanat performansı sayıldığı ve her oyuncunun emeği ile uyumlu bir ücret aldığı günler dileğiyle,
Sevgiyle,,
oNuR :: sU LeKeSi
1 yorum:
Güzel tespit.
Yorum Gönder