9 Eylül 2008 Salı

Beyan-Burhan-İrfan üzerine - 3


İkinci yazıda inşallah daha fazla canımız sıkılmaz demiştim ama birilerinin canı sıkılmadan benim can sıkıntım geçmeyecek gibi. Yrd. Doç. Dr. Niyazi Beki’nin “Hadis ve Sünnete Dair Bir Cevap” isimli makalesini aşağıda incelemeden önce yönteme dair birkaç açıklama yapma gereği duyuyorum:

1) Dini bir hakikate ulaşmada beyan, burhan ve irfan yöntemlerinin üçünün birden aynı anda ve dengeli kullanılması yöntemlerin hata paylarını azaltacaktır.

2) Dini bir hakikate ulaşma amaçlı bir tartışmada yöntemlerden herhangi biriyle elde edilmiş bir bilgiye cevap verirken aynı yöntemi kullanmak tartışmayı daha sağlıklı kılacaktır.

* * *

İslamiyetin her türlü meselesinde, söz söylemek, ahkâm kesmek hakkını kendilerinde gören bir kısım zevat..” (Niyazi Beki)

Yazının sonunda tamamını verdiğim makaleye Niyazi Beki böyle başlamış. Oysa bir Müslüman İslam’ın her türlü meselesinde söz söylemek zorunda değil mi? İslam’da ne zamandan beri Kilise Hıristiyanlığı’ndaki gibi bazı konular hakkında kendilerinden başkasının konuşamayacağı bir ruhban sınıfı var? Ki yazar kendini o sınıfa, başkalarını da diğer sınıfa dahil etmiş; sınıfından çıkmayı deneyenleri de küçümsemiş..

Ama, kasdedilen “Kur’an’ın bitmez tükenmez hazinesi vardır. Ezelî bir zatın kelâmıdır, her müşkilimizi onun işaret ettiği yollardan çözebiliriz” mealinden çok, “Kur’an bize yeter! Mezhep imamlarına ne gerek var? Müçtehidler de kim oluyormuş? Sahabeler de insandı canım! Hadislerin de çoğu mevzu, sonradan uydurulmuş! Kalanlarda bindörtyüz yıllık. Dolayısıyla, yaşadığımız asırda yeni birşeyler söylemek lazım. Bunun için de Kur’an bize yeter..” gibisinden iddialar olunca..” (N.B.)

Yazar Kur’an’ın her türlü soruna dair bir çözüm içeren ezeli bir hazine olması mealini nasıl oluyor da işaret ettiği iddialarla çelişir buluyor? Nasıl bir mantık ilişkisi kurmuş? Bu iddiaların tam tersi, yani “mezhep imamları, müçtehidler, sahabeler ve hadisler olmaksızın o hazinenin kullanılamayacağı” asıl o mealle çelişmez mi??

Bütün asırlara seslenen yaş kuru herşeyi ihtiva eden Kur’anın bütün prensiplerini anlamak ancak vahiy ile desteklenmiş olmakla mümkündür. Vahiy ile desteklenmeyen hiçbir insan aklının, bütün bu bilgileri doğrudan Kur’andan alması imkânsızdır..” (N.B.)

Acaba yazar Zülkarneyn’in kim olduğu, Ashab-ı Kefh’in sayısı gibi Kur’an’da bilemeyeceğimizin söylendiği şeyler mi kastediliyor burada? Eğer öyle değilse neler bu peygamberler dışında kimsenin anlayamayacağı şeyler?

Sadece vahiy alanlara özel bilgiler mi söz konusu? Ya da “peygamberler kendilerine vahyedilenin tamamını açıklamazlar” mı denmek isteniyor?

Kur’an “Fakat [bize emanet edilen] mesajı size açıkça tebliğ etmekten başka bir şey ile yükümlü değiliz”. (36:17) (Ayrıca bakınız: 5:17, 10:108, 13:40, 16:35, 16:82 ..vb) demiyor mu Peygamber’in ağzından? Sadece tebliğ etmek!

Hem sadece Peygamber’in anlayabileceği bir şeylerin olması Kur’an’ın hitap gücünü azaltmak demek değil mi? Allah Peygamber dışındakilere bazı şeyleri anlatmakta aciz mi? Peygamberliği kendimizce yüceltmek için Kur’an ve Allah’ı küçültüp şirke düşmekten Allah’a sığınmak gerek. Allah’ın vahyini alabilecek birisi olmak yeterince saygıdeğer biri olmak demek değil mi zaten?

Sad 86-88: “DE Kİ [ey Peygamber]: “Bu [mesaj] için sizden hiçbir karşılık istemiyorum; ve ben sahip olmadığı şeyleri iddia edenlerden değilim. Bu [ilahî kelâm], bütün âlemler için ancak bir öğüt ve uyarıdır. Ve onun anlamını bir süre sonra mutlaka kavrayacaksınız.”

Neml 92: "Ve Kur'an'ı okumam (emredildi). Artık kim doğru yola gelirse, yalnız kendisi için gelmiş olur; kim de saparsa ona de ki: Ben sadece uyarıcılardanım.

Bakara 272: “(Ya Muhammed!) Onları doğru yola iletmek sana ait değildir. Lakin Allah dilediğini doğru yola iletir. (..)

Görüldüğü gibi Peygamber Kur’an’ın bir hatırlatma olduğunu, kendisinin sadece onu okuduğunu, tebliğ ettiğini ve uyardığını, kimseyi doğru yola iletemeyeceğini söylüyor ve ekliyor “anlamını kavrayacaksınız”! Kavratacağım demiyor.. Sahip olmadığımı iddia etmem diyor..

Casiye 28: “O gün her ümmeti, diz çökmüş görürsün. Her ümmet kendi kitabına çağırılır, (onlara şöyle denilir:) "Bu gün, yaptıklarınızla cezalandırılacaksınız!"

Maide 103-105: “Hakikati inkara şartlanmış olanlar, kendi uydurdukları yalanları Allah’a yakıştırırlar. Ve onların birçoğu akıllarını kullanmaz. “Allah’ın indirdiğine ve elçisine gelin” denildiğinde, “Atalarımızdan gördüğümüz inanç ve eylemler bizim için kafidir” diye cevap verirler. Ataları hiçbir şey bilmeyen ve doğru yoldan uzaklaşmış kimselerdiyse de mi? Sen imana ermiş olan, yalnız kendinden sorumlusun! (..)

Allah Kitabı’nda sık sık “Düşünmeyecek misiniz? Düşünen bir toplum için bunda derin anlamlar vardır!” demiyor mu? Bu ayetleri düşünmeyecek miyiz?

Bakara 104: “Ey iman edenler, 'Raina-Bizi güt' demeyin. 'Unzurna-Bizi gözet' deyin ve dinleyin. Kafirler için acı bir azab vardır.

Müslüman Zihni’nde olması gereken Peygamberlik niteliği Kur’an’ca bu kadar açık olarak işlenmişken Peygamber’sahip olmadığı şeyleri yakıştırmanın nedeni ne olabilir?

İbni Mes’ud bu hususu şöyle ifade etmektedir: “Kur’anda bizim için herşey açıklanmıştır. Ancak bizim aklımız onu idrak etmekten âcizdir. Bunun içindir ki Allah “Sana da kendilerine indirileni insanlara açıklayasın diye Kur’anı indirdik”16/44 şeklinde ifade buyurmaktadır.” (N.B.)

Nahl suresininin 44. ayetini değişik meallerden inceleyelim:

[EY MUHAMMED,] Ve biz sana da bu uyarıcı kitabı indirdik ki, insanlara, başından beri indirilegelen mesajın aslını olanca açıklığıyla ulaştırasın ve onlar da böylece belki düşünürler.” (Muhammed Esed)

(Ey Peygamber!) Sana da Kur'ân'ı indirdik ki, insanlara vahyedileni açıklayasın. Belki onlar da düşünürler.” (Elmalılı)

İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman için ve düşünüp anlasınlar diye sana da bu Kur'an'ı indirdik.” (Diyanet Vakfı)

Sana da, onlara ne indirildiğini açıkça anlatman, düşünmelerini sağlaman için Kur'an'ı indirdik.” (A. Gölpınarlı)

Sana da zikri (Kur'an'ı) indirdik ki, insanlara kendileri için indirileni açıklayasın ve onlar da iyice düşünsünler, diye.” (Ali Bulaç)

Bu ayetin neresinde aklın aciziyeti söz konusu? Tam tersine Peygamber’in ulaştırdığı, anlattığı ve açıkladığı Kur’an’ın insanların düşünüp anlaması gerektiği yazmıyor mu? İbn-i Mesud ayetin neden düşünme kısmını budamış? Aklı aciz gösterebilmek için mi?

İmam Şafii gibi âlimler bu gibi ayettlerde geçen “hikmet” kelimesini sünnet olarak açıklamışlardır.” (N.B.)

Hiçbir mealde bu ayetteki hikmet kelimesinin yerine sünnetin kullanıldığını görmedim. İmam Şafi neye dayanarak böyle bir açıklama yapmış? Hem sünnet indirilecek bir şey mi? Kendisine indirilen vahyi yazdıran Peygamber, sünnet vahiy gibi indirilen bir şeyse sünneti niye yazdırmadı?

Kur’an’da hikmet 101 kere kullanılmış. Gelin bakalım ayetlere de ne demek olduğunu anlamayı deneyelim:

Bakara 251: "(..) Allah ona (Davud'a) hükümdarlık ve hikmet verdi, dilediği ilimlerden ona öğretti. (..)"

Al-i İmran 48: "(Melekler, Meryem'e hitaben İsa hakkında sözlerine devam ettiler:) Allah ona yazmayı, hikmeti, Tevrat'ı, İncil'i öğretecek."

Meryem 12: ""Ey Yahya! Kitab'a (Tevrat'a) vargücünle sarıl!" (dedik) ve henüz sabi iken ona (ilim ve) hikmet verdik."

Nisâ 54: "(..) Oysa İbrahim soyuna Kitab'ı ve hikmeti verdik ve onlara büyük bir hükümranlık bahşettik."

Bakara 269: "Allah hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilirse, ona pek çok hayır verilmiş demektir. Ancak akıl sahipleri düşünüp ibret alırlar."

Al-i İmran 58: "(Resulüm!) Bu söylenenleri biz sana ayetlerden ve hikmet dolu Kur'an'dan okuyoruz."

Yunus 5: "(..) Allah bunları, ancak bir gerçeğe (ve hikmete) binaen yaratmıştır. O, bilen bir kavme ayetlerini açıklamaktadır."

Mümtehine 5: "Rabbimiz! Bizi, inkar edenler için deneme konusu kılma, bizi bağışla! Ey Rabbimiz! Yegane galip ve hikmet sahibi, ancak sensin."

Görüldüğü gibi yegane hikmet sahibi Allah’mış ve o dilediğine hikmetinden verirmiş. Hem Kur’an hikmet dolu bir kitapmış ki ancak akıl sahipleri düşünüp, ibret alırmış. İmam Şafii bunları okumamış mı?

Allah ve resûlü bir işte hüküm verdiği zaman, erkek-kadın hiçbir mü’min için kendi işlerinde seçme hakkı yoktur. Kim Allah’a ve resûlüne karşı gelirse apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” 33/36” (N.B.)

Ahzab Suresinin bu ayetini sonrasıyla beraber okuyalım:

36. Allah ve Elçisi bir konuda hüküm verdikten sonra artık inanmış bir erkek ve kadının kendileriyle ilgili konularda tercih serbestisi yoktur: [bu, hakkı kendinde görerek] Allah'a ve Elçisi'ne isyan eden kimse, apaçık bir sapkınlığa düşmüş olur.
37. VE BİR ZAMAN, [ey Muhammed,] Allah'ın lütufta bulunduğu ve senin de iyilik ettiğin kişiye, “Eşini terk etme ve Allah'a karşı sorumluluğunun bilincinde ol!” demiştin. Ve [böylece] Allah'ın yakında aydınlığa çıkaracağı şeyi içinde gizlemiştin; çünkü insanlar[ın ne düşüneceklerin]den çekiniyordun, oysa çekinmen gereken yalnız Allah olmalıydı! [Fakat] sonra Zeyd o kadınla beraberliğini sona erdirdiğinde onu seninle evlendirdik ki [gelecekte] evlatlıkları eşleriyle ilgilerini kestiklerinde onlar[la evlendikleri] için müminler suçlanmasın. Ve Allah'ın buyruğu [böylece] yerine getirilmiş oldu.

38. [O halde,] Allah'ın kendisi için takdir ettiği şeyi yapmasından dolayı] Peygamber'e hiçbir suç isnad edilemez. [Gerçekte, bu] sizden önce gelip geçenler için de Allah'ın bir uygulamasıydı; ve [şunu unutma ki] Allah'ın iradesi mutlaka tecelli eder.

36. ayet İbn-i Abbas’a göre Peygamber Zeyneb’i kölesi Zeyd için ailesinden istediği ve onların bunu kendilerini Zeyd’den daha soylu gördükleri için kabul etmedikleri zaman inmiş. Yani birileri kendi çıkarları için Allah’ın Peygamberi’ne karşı çıktığı zaman..

Ayetin devamında da Zeyneb ile Peygamber’in evlenmesi üzerine insanların Peygamber’e karşı çıkıp, onu suçlama olasılığından bahsediyor.

Yani bu ayetlerde Peygamber’e ilk karşı çıkış evlenme işlerinin sosyal statükoya göre düzenlenmesine Peygamber’in karşı çıktığı durumda oluyor. Daha sonra ayet iniyor ve aile evliliği kabul ediyor. Ama evlilik kötüye gidiyor. Peygamber’e Zeyneb ile evlenileceği ilham ediliyor. O da bunu bildiği ve insanların tepkisinden korktuğu için Zeyd’e eşini boşamamasını söylüyor. Allah Peygamber’in bu davranışını onaylamıyor, “onlardan değil, Allah’tan çekinmeliydin” diyor. Ve kendi kölesinin eski eşiyle evlendiği için insanların ona karşı çıkamayacağını söylüyor.

Görüldüğü gibi durum, yani “karşı çıkış” özel bir durum. Zira olay içinde Zeyd Peygamber’e karşı çıkıyor ve bu Allah’ın buyruğunun bir parçası olarak gösteriliyor. Öyleyse bu ayetler nasıl olur da makalede yorumlandığı gibi yorumlanabilir?

Namazın rek’at sayısı gibi bütün ümmetçe dinin zaruri esaslarından sayılan ve inkârı ise irtidadı (dinden çıkmayı) gerektiren hususlar sünnet ile sabittir.” (N.B.)

Namazın rekat sayısının inkarı dinden çıkmak mı demekmiş? Nerede yazıyor Allah aşkına? Gerekli durumlarda ibadeti kolaylaştırmayı önerirken Allah, birileri Allah’ın önerisini dinleyenlerin O’nun dininden çıkacağını mı söylüyor?

Allah, Hz. Peygamber (a.s.m.)’e hitaben “Ey peygamber! Müminleri savaşa teşvik et” (8/65) buyuruyor; ancak bu teşvikin nasıl ve ne gibi ifadelerle yapılacağını bildirmiyor. Demek ki Hz. Peygamber (a.s.m.) Kuran’ın emriyle, Kuran’ın dışında da söz söyleme yetkisine sahiptir.” (N.B.)

Kur’an’da savaşla ilgili bir dolu ayet var, bu tek ayet değil:

Bakara 216: "Hoşunuza gitmediği halde savaş size farz kılındı. Sizin için daha hayırlı olduğu halde bir şeyi sevmemeniz mümkündür. Sizin için daha kötü olduğu halde bir şeyi sevmeniz de mümkündür."

Nisa 71: "Ey iman edenler! Tedbirinizi alın; bölük bölük savaşa çıkın, yahut (gerektiğinde) topyekün savaşın."

Nisa 75: "Size ne oldu da Allah yolunda ve "Rabbimiz! Bizi, halkı zalim olan bu şehirden çıkar, bize tarafından bir sahip gönder, bize katından bir yardımcı yolla!" diyen zavallı erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz!"

Nisa 90: "Ancak kendileriyle aranızda antlaşma bulunan bir topluma sığınanlar yahut ne sizinle ne de kendi toplumlarıyla savaşmak (istemediklerin) den yürekleri sıkılarak size gelenler müstesna. Allah dileseydi onları başınıza bela ederdi de sizinle savaşırlardı. Artık onlar sizi bırakıp bir tarafa çekilir de sizinle savaşmazlar ve size barış teklif ederlerse bu durumda Allah size, onların aleyhinde bir yola girme hakkı vermemiştir."

Nisa 94: "Ey iman edenler! Allah yolunda savaşa çıktığınız zaman iyi anlayıp dinleyin. Size selam verene, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek "Sen mümin değilsin" demeyin. Çünkü Allah'ın nezdinde sayısız ganimetler vardır. Önceden siz de böyle iken Allah size lütfetti; o halde iyi anlayıp dinleyin. Şüphesiz Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır."

Enfal 1: "Sana savaş ganimetlerini soruyorlar. De ki: Ganimetler Allah ve Peygamber'e aittir. O halde siz (gerçek) müminler iseniz Allah'tan korkun, aranızı düzeltin, Allah ve Resulüne itaat edin."

Enfal 16: "Tekrar savaşmak için bir tarafa çekilme veya diğer bölüğe ulaşıp mevzi tutma durumu dışında, kim öyle bir günde onlara arka çevirirse muhakkak ki o, Allah'ın gazabını hak etmiş olarak döner. Onun yeri de cehennemdir. Orası, varılacak ne kötü yerdir!"

Enfal 17: "(Savaşta) onları siz öldürmediniz, fakat Allah öldürdü onları; attığın zaman da sen atmadın, fakat Allah attı (onu). Ve bunu, müminleri güzel bir imtihanla denemek için (yaptı). Şüphesiz Allah işitendir, bilendir."

Enfal 39: "Fitne ortadan kalkıncaya ve din tamamen Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın! (İnkara) son verirlerse şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını çok iyi görür."

Enfal 41: "Eğer Allah'a ve hak ile batılın ayrıldığı gün, iki ordunun birbiri ile karşılaştığı gün (Bedir savaşında) kulumuza indirdiğimize inanmışsanız, bilin ki, ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri Allah'a, Resulüne, onun akrabalarına yetimlere, yoksullara ve yolcuya aittir. Allah her şeye hakkıyla kadirdir."

Savaş kelimesinin geçtiği 85 ayetten birkaç tanesini örnek olsun diye aktardım. Görüldüğü gibi bu ve diğer ayetlerde a’dan z’ye savaş hakkında her şeyin nasıl yapılması gerektiği anlatılıyor. Bu makalenin yazarı Kur’an’ı hiç mi okumamış? Peygamber’e Kur’an’a dayanmaksızın hareket etmeyi yakıştırmak için nasıl Kur’an ayetlerini bile çarptırıp duruyor?

“Müslüman Zihni’nde olması gereken Peygamberlik niteliği Kur’an’ca bu kadar açık olarak işlenmişken Peygamber’sahip olmadığı şeyleri yakıştırmanın nedeni ne olabilir?” sorusunda sorguladığımı biraz genişletelim:

Peygamber’e Kur’an’a dayanmaksızın hareket etmeyi yakıştırmak için Kur’an’ı bile çarpıtacak kadar çaba harcamanın nedeni ne olabilir?


Denilebilir ki; Kuran Allah’ı temsil ediyor, Hz. Peygamber (a.s.m.) Kuran-ı, sünnet ise Hz. Peygamberi (a.s.m.) temsil ediyor.” (N.B.)

Peygamber’in dediklerinin ve yaptıklarının Kur’an’ı temsil etmesi zaten kaçınılmaz. O Kur’an’a göre yaşamış. Ama bugüne aktarılan sünnetin %100 Peygamber’i temsil ettiğini kim söyleyebilir ki? Bu altından kalkılması ağır bir iddia değil mi? Kusura bakmayın ama kim böyle bir iddianın altına girerse ezilir.

Ama bu cümleyle yukarıda genişlettiğimiz sorulama için bir cevap kapısı aralanır gibi oldu:

“Sünneti birebir uygulayan ya da yaptıkları birebir sünnet olarak adlandırılan birileri Peygamber’i, dolayısıyla da Kur’an’ı temsil ediyor olur. Peygamber’in Kur’an’a dayanmaksızın hareket edebilme yetkisi olduğu için bu kişiler de aynı şekilde hareket edebilir ve temsil ettikleri yüzünden onlara karşı çıkılamaz!”

Saygı için Peygamber’in Efendi, başka birilerinin ise Hoca-Efendi olarak adıllandırılabilmesi; o Hoca-Efendi’lerin Müslümanlığı sürekli kölelik olarak anlatıp, (temsil ettikleri düşünülen) Peygamberler’in ayetlerin aksine insanları kurtarmak için geldiklerini söyleyebilmesi bununla ilgili olabilir mi?

Özetle şunu söyleyebiliriz ki, insanlık tarihinde Kur’an-ı Kerim dışında Hz. Peygamberin(a.s.m.) hadisleri gibi titiz bir ilmî çalışma ile günümüze kadar güvenle aktarılan hiçbir kayıt yoktur.” (N.B.)

Tabii.. O yüzden Peygamber’in ömrünün yetmeyeceği kadar çok hadis olmalı ortada. Peki kimisi kimisiyle, birçoğu ise Kur’an’la neden çelişiyor?

Allah Resûlünün sözlerini aklına sığıştıramayanların onları inkâr etmesi gerçekten İslamiyet hesabına cinayettir.” (N.B.)

Anladığım kadarıyla yazar Peygamber’in sözlerini aklını sığıştırabildiğini söylüyor. Acaba bunun için ayetleri katlederek nasıl bir cinayet işlediğinin farkında değil mi?

* * *

Yrd. Doç. Dr. Niyazi Beki’nin “Hadis ve Sünnete Dair Bir Cevap” isimli makalesinin tamamı:

İslamiyetin her türlü meselesinde, söz söylemek, ahkâm kesmek hakkını kendilerinde gören bir kısım zevattan işitiyoruz ki; “Bize Kur’an yeter” demektedirler. Bu söz görünüşte doğrudur. Ama, kasdedilen Kur’an’ın bitmez tükenmez hazinesi vardır. Ezelî bir zatın kelâmıdır, her müşkilimizi onun işaret ettiği yollardan çözebiliriz” mealinden çok, “Kur’an bize yeter! Mezhep imamlarına ne gerek var? Müçtehidler de kim oluyormuş? Sahabeler de insandı canım! Hadislerin de çoğu mevzu, sonradan uydurulmuş! Kalanlarda bindörtyüz yıllık. Dolayısıyla, yaşadığımız asırda yeni birşeyler söylemek lazım. Bunun için de Kur’an bize yeter..” gibisinden iddialar olunca, bu sözlere zihinleri takılan saf ve iyi niyetli müslümanların dikkatlerini bazı noktalara çekmekte fayda vardır. Bu yazımızda, sünnetin ehemmiyetini ve asla göz ardı edilemeyeceğini, sünneti ve hadisleri yok saymanın Kur’anla asla bağdaşamayacağını kısaca izah etmeye çalışacağız

Bütün asırlara seslenen yaş kuru herşeyi ihtiva eden Kur’anın bütün prensiplerini anlamak ancak vahiy ile desteklenmiş olmakla mümkündür. Vahiy ile desteklenmeyen hiçbir insan aklının, bütün bu bilgileri doğrudan Kur’andan alması imkânsızdır. Bu da sünnetin ne kadar zaruri, vazgeçilmez olduğunu göstermektedir. İbni Mes’ud bu hususu şöyle ifade etmektedir: “Kur’anda bizim için herşey açıklanmıştır. Ancak bizim aklımız onu idrak etmekten âcizdir. Bunun içindir ki Allah “Sana da kendilerine indirileni insanlara açıklayasın diye Kur’anı indirdik”16/44 şeklinde ifade buyurmaktadır.

Kur’an-ı Kerim bizzat sünnete uymayı dinin temel esaslarından sayıyor. Hz. Peygamberin en önemli görevinin Kur’anı açıklamak olduğunu ifade ediyor. Aşağıdaki âyetler bunu açıkça ortaya koyuyor:

“Nitekim içinizden size bir peygamber gönderdik o size ayetlerimizi okuyor, size kitabı ve hikmeti öğretiyor ve size bilmediğiniz şeyi öğretiyor.” 2/151

“Allah sana kitabı ve hikmeti indirmiş ve sana bilmediğini öğretmiştir.” 4/113

İmam Şafii gibi âlimler bu gibi ayettlerde geçen “hikmet” kelimesini sünnet olarak açıklamışlardır. (A.ğani A. Halik Hucciyetus-sunne syf. 297.)

Allah ve resûlü bir işte hüküm verdiği zaman, erkek-kadın hiçbir mü’min için kendi işlerinde seçme hakkı yoktur. Kim Allah’a ve resûlüne karşı gelirse apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” 33/36

Namazın rek’at sayısı gibi bütün ümmetçe dinin zaruri esaslarından sayılan ve inkârı ise irtidadı (dinden çıkmayı) gerektiren hususlar sünnet ile sabittir. Böyle zaruri bir hükmün kaynağı nasıl zaruri olmaz.

Hz. Ümmü Seleme diyor ki: “Büyük Rabbini tesbih et “Yüce Rabbini tesbih et” âyetleri nazil olduğu zaman Hz. Peygamber (a.s.) onları rükû ve secdelerine koydu. Âyetleri öyle tevil ediyordu.” Yani Kur’anın ilgili emrinin nasıl yerine getirileceğini uygulamalı olarak gösteriyordu.

Allah, Hz. Peygamber (a.s.m.)’e hitaben “Ey peygamber! Müminleri savaşa teşvik et” (8/65) buyuruyor; ancak bu teşvikin nasıl ve ne gibi ifadelerle yapılacağını bildirmiyor. Demek ki Hz. Peygamber (a.s.m.) Kuran’ın emriyle, Kuran’ın dışında da söz söyleme yetkisine sahiptir.

“Sizin için Allah’ın Resûlünde –alınacak- güzel bir örnek vardır” âyeti, Hz. Peygamberin konuşan ve yaşayan bir Kuran olarak her zaman canlı bir örnek olduğuna, varlığının zorunluluğuna işaret etmektedir. Denilebilir ki; Kuran Allah’ı temsil ediyor, Hz. Peygamber (a.s.m.) Kuran-ı, sünnet ise Hz. Peygamberi (a.s.m.) temsil ediyor. Buna göre Hz. Peygamberi (a.s.m.) devredışı tutmak isteyen zihniyet, bilerek veya bilmeyerek dinin dörtte üçünün ortadan kaldırılmasına yol açmaktadır.

İmam Şafii gibi birçok alimin bildirdiği gibi, Hz. Peygamberin (a.s.m.) sünneti, Kuranın bir açıklaması hükmündedir. Aksi takdirde, namaz hac, zekât gibi emirlerin detaylarını öğrenemezdik.

Bazı âlimlere göre 29 surenin başında bulunan mukattaat harfleri Hz. Peygamber (a.s.m.) için özel birer şifre niteliğini taşımaktadır.

Hz. Aişe ‘Hz. Peygamberin (a.s.m.) ahlâkı Kur’anın kendisi idi” derken, bir peygamberin vahiy ile olan ilişkisine de dikkat çekmektedir. Bu da vahyin metninin tebliği kadar, muhtevasının gönüllerde yaşaması için de peygamberin şahsına ihtiyaç olduğunu gösterir.

Bu mevzuda verilebilecek örnekler, daha sayfalar dolusu sürebilir. Meselenin aydınlatılmasında bu kadarını kâfi görüp, Ebu Davud ve Tirmizî gibi, hadiscilerin haber verdiği bir hadisi şerifle hem yazımıza nokta koyalım, hemde Hz. Peygamberin,(a.s.m.) halli ile meşgûl olduğumuz meseleyi nasıl asırlar evvel haber verip ümmetini mucizane ikaz ettiğini görelim. Hz. Peygamber (a.s.m.) diyorki:

“Dikkat edin! Bana “kitap” verildi. Onunla beraber, “bir o kadar daha” verildi. Dikkat edin! Karnı tok bir adamın, sedirin üstüne oturup, şöyle demesi yakındır: “Aramızda Allah’ın kitabı vardır. Onun içinde helâl olarak bulduğumuzu helâl sayar, haram olarak gördüğümüzü de haram sayarız.” Oysa, Allah Resûlünün haram kıldığı şey de, Allah’ın haram kıldığı şey gibidir.”

Bir başka rivayette ise hadis şu şekildedir:

“Sakın ha! sizden herhangi birinizi koltuğuna yaslanmış bir halde, kendisine benim emrettiğim veya yasakladığım bir husus geldiğinde; “Bunu bilmem, Allah’ın kitabında ne bulursak ona uyacağız.” derken bulmuş (görmüş) olmayayım.”

Özetle şunu söyleyebiliriz ki, insanlık tarihinde Kur’an-ı Kerim dışında Hz. Peygamberin(a.s.m.) hadisleri gibi titiz bir ilmî çalışma ile günümüze kadar güvenle aktarılan hiçbir kayıt yoktur. Hadislerin, güvenilirliği, bırakınız başka kitapları, Tevrat ve İncil’in günümüzdeki nüshalarından bile daha sağlam ve kuvvetlidir.

Bir hadisin zayıf olması, yanlış bir mânâ ifade ettiği anlamına gelmez, yalnızca Hz. Peygamber’e (a.s.m.) ait olup olmadığı tam olarak tesbit edilemediği anlamına gelir. Öyle ki aynı mânâyı ifade eden iki hadisten birine delil yetersizliğinden dolayı zayıf dendiği vakidir.

Şu noktada iyi bilinmelidir ki, bilerek hadis olmayan bir söze hadistir demek ne kadar çirkin ise, asırlardır en güvenilir müdakkik alimlerce hadis olduğu konusunda şüphe duyulmayan peygamber sözlerine hadis değildir demek o kadar çirkin ve risklidir. Allah Resûlünün sözlerini aklına sığıştıramayanların onları inkâr etmesi gerçekten İslamiyet hesabına cinayettir.

12 yorum:

Adsız dedi ki...

SAÜ İlahiyat Fakültesi Arap dili Belagati Ana Bilim dalı Öğretim üyesi.

Sevgili kardeşim Hocamızın yazısını eleştirmen gerçekten çok güzel hadis ilmi adına bir takım araştırmalar yapıp öyle eleştiri yapsaydın daha iyi olurdu.Arapça bilmeden mealcilikle din hakkında konuşanların dini anlayışlarında mutlaka eksiklikler olacaktır.Üniversite öğrencilerimizde de bu eksikle sık sık karşılaşıyoruz.
Bakara 269: "Allah hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilirse, ona pek çok hayır verilmiş demektir. Ancak akıl sahipleri düşünüp ibret alırlar."
Hikmet nedir?Hikmet sözcüğünün çok geniş mana yelpazesi varsa da,özet olarak o,yaratılışın,hayatın,bütün kainatta geçerli sistemin,hakim bulunan İlahi kanunların gayesini ve işleyişini kavramaktır;bu arada bilhassa beşeri hayat adına,"Ben kimim?Bu dünyadaki varlığımın gayesi nedir?Nereden geldim, nereye gidiyorum?Bu dünya yolculuğunda rehberim kimdir?Ölümün benden istediği nedir?"gibi sorulara tatmin edici cevabıdır.Ayrıca,eşyanın ve hadiselerin gerisinde yatan gerçek sebep ve hedefin,yani bir bakıma Lade veya bunun bilgisidir.Kur'an, bütün bu konularda gerçek bilgi kaynağı,Sünnet de onu bize açıklama ve hayata tatbik etme sistem ve prensipleri olduğu için,Peygamber Efendimizin sünnet-i seniyesi bütünüyle hikmettir.Meseleye yaklaşımınızdaki niyet çok önemli.
Hadislerin sayısı üzerine biraz araştırma yapsaydınız, buraya bunu yazmazdınız.
Neden hadisleri peygamber efendimiz yazdırmadı?Deliliniz nedir merak ettim?Bunu klasik cevaplarla açıklayacağınızı düşünüyorum.Biz 7 yıldır hocamız 16 küsür yıldır elimizdeki dökümanlarda ve o asırdan günümüze kadar ulaşan eserlerde sizin söylediğinizin aksini görüyoruz.Bakınca düşünceniz doğrultusundaki hadislere gelince o beğenmediğiniz hadis kitaplarındaki hadisleri almakta bir o kadar rahatsınız.o eleştirdiğiniz hadis kitaplarındaki Abdullah bin amr ve Ensarlı sahabenin hadisleri ezberleyemediğini peygamberimize bildiren ashab ile ilgili hadisleri okumadınız sanırım.Okudunuz da düşüncenize ters geldiği için eklemediniz galiba.Yahudilere gönderilen mektuplarda ehlu's sahife yani yazı ehli kelimesi kaç defa geçiyor bilmiyorsunuz?Daha bir ton elimizdeki belge.
Kendi elleri ile kitabı yazdıktan sonra karşılığında birkaç para elde etmek amacı ile, «Bu, Allah katından geldi» diyenlerin vay haline! Ellerinin yazdığından ötürü vay başlarına geleceklere! (Yine) Kazandıkları paradan ötürü vay başlarına geleceklere!..(Bakara-79)
Yahudi uleması , dünya metaı uğruna Allah'ın kelamı'nı,Kitabı,diledikleri gibi yorumlamakla kalmıyor,onun içine kendi şahsi yorumlarını,tarihlerinde yaşanmış bazı hadiseleri,birtakım batıl ve efsanevi inanç ve hikayeler,felsefi doktrinler ve kendi içtihadlarından kaynaklanan hukuki kaide ve hükümlerini katıyorlar,sonra da bunları Allah'a mal ederek,sanki Kitabın aslındanmış veya Allah kendilerine bildirmiş gibi takdim ediyorlardı.Bu şekilde ilahi olanla beşeri olan,asılla tefsir birbirine karışıyordu.Bunun da ötesinde,kitabın içinde ne varsa hepsine inanılmasını bekliyor veinanmamayı küfür sayıyorlardı.Halk ise son derece cahildi.Kendilerine ne anlatılırsa ona inanıyor;zan,taklit ve hayal peşinde sürüklenip gidiyordu.
Benzerlerinde olduğu gibi bu ayette de halk olsun,alimler olsun Müslümanlara da çok önemli ikazlar vardır.Yazılan kitaplar Kur'an yerine geçmemeli,bilakis Kur'an'a dürbün olmalı yani onu göstermelidir.Bu ayet ve benzerleri,risaletin ilk yıllarında Peygamber Efendimizin hadislerin yazılmasına neden izin vermediğine de ışık tutmaktadır.
İnsanlar tek bir ümmet idi. Allah, peygamberleri müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdi; insanların ayrılığa düştükleri hususlarda aralarında hüküm vermek için, onlarla birlikte hak olan kitabı da indirdi. Ancak kitap verilenler, kendilerine belgeler geldikten sonra aralarındaki kıskançlık yüzünden onda ayrılığa düştüler. Allah ise iman edenleri, onların hakkında ayrılığa düştükleri doğruya kendi izniyle ulaştırdı. Allah, dilediğine doğru yolu gösterir (Bakara-213)
Bu ayet,bütün insanlar gibi dini mensupları arasındaki ihtilafların da bağy, yani haset,haksızlık,rekabet,hakkına razı olmama ve haklara tecavüz yüzünden çıktığını açıklamaktadır.Ayrıca Kur'an,ilgili pek çok ayetinde de olduğu gibi burada da Kitabı tekil ve marife(belgili) kullanmakla Tevrat,Zebur,İncil,Kur'an gibi bütün semavi kitapların hepsinin kaynağının aynı olduğunu ve aynı temel gerçekleri ihtiva ettiklerini ortaya koymakta ve hemen her rasülden sonra,rasüllerin ümmetin Kitap'taki bazı hususlar konusunda aralarındaki bağy sebebiyle ihtilafa düştüklerini beyan etmektedir.Yine ayet, bütün ihtilafların nihai çözüm merciinin artık Peygamber Efendimiz ve Kur'an olduğunu belirtmektedir.Burada çok önemli bir husu daha karşımıza çıkmaktadır ki, o da şudur:
İslam tarihinde ,bir takım Kur'ani meseleler ve bazı Kur'an ayetleri konusunda da ihtilaflar oluşmuştur,olmaktadır ve olacaktır.Bu, tabiidir.İşte bu noktada çözüm mercii,Kur'an'ın peygamberimizin fonksiyonlarını anlatırken Kitap'tan sonra andığı Hikmet (2:151),yani Peygamberimizin sünneti'dir.Fakat buradam Kur'an ayetleri olabileceği gibi bir mana akla gelmemelidir.İhtilaflar,insanların Kur'an'ı anlayışları ve idrak farklılıklarındandır.Bu bakımdan,en önemli fonksiyonları olarak sünnet,Kur'an'ın müphemini,yani kapalısını tefsir,mücmelini,yani öz ve kısa olan ayetlerini tafsil,umumi görünen bazı hükümlerii tahsis,mutlak bırakılmış hükümlerini takyid (sınırlandırma) eder ve ayrıca ,başka hükümler de koyar.Böylece,Kur'an konusunda çıkabilecek ihtilafları da önler.Bu bakımdan Sünnet'e hücum,esasen Kur'an'a ve islam'ın temeline hücumdur.
Hayır, hayır! Rabbine and olsun ki, aralarında tartışıp çekiştikleri şeylerde seni hakem kabul edip sonra da verdiğin hükümden dolayı içlerinde bir sıkıntı duymaksızın tam bir bağlanışla bağlanmadıkça imân etmiş olmazlar.(Nisa-65)
Yukarıdan beri gelen bu ayetlerde ifade edilen gerçekler hem iman adına hem de İslam toplumunun sağığı adına çok önemlidir.Her şeyden önce bilinmelidir ki,Kur'an nasıl teşri kaynağı ise,Allahtan aldığı yetki ile Peygamberimiz'de teşri kaynağıdır.Ayrıca, O'nun yolu,Kur'an'ı tatbik şekli de, müminler için uyulması gereken yegane ölçüdür.Ayetler Sünnet'in çok yönlü önemini ortaya koyduğu gibi,Kur'an'ın ve Sünnet'in dışında temel bir hüküm kaynağı aranmaması ve bu ikisinin hükümlerine mutlak itaat edilip bağlanılması konusunda ciddi ikaz ihtiva etmektedir.
Kur'an yukarıda geçen 64-65 ayetlerde Peygamberimiz için en-nebi ve er-Rasül kelimelerini kullanmaktadır.Belirlilik takısıyla ve isi belirtmeden gelen böyle bir kullanım, "Mutlak zikir kemaline masnuftur =Bir ünvan veya sıfatın mutlak olarak, yani o unvan veya sıfata sahip kişi belirtmeden anılması, o ünvan veya sıfata birinci derecede sahip olan kişiye işaret eder." kaidesince,Peygamber efendimizin, en büyük nebi,en büyük rasul olduğunu gösterir ve O'nun için çok büyük şeref ve tekrim ifade eder.Yani,nebi ve rasül denince akla önce Allah rasülü ve nebilerin sonuncusu Hz.Muhammed gelir;dolayısıyla O,Nebileri ve rasüllerin en büyüğü,en seçkini,nübüvvet ve risaletin en önde gelen temsilcisidir.Gerçek bu iken,bazıları,Kur'an Onun hakkında peygamber diyor mazaretiyle O'nu sadece 'peygamber' olarak anmakta,bu kelimenin Kur'an'daki en-Nebi kelimesini karşılığı sanmakta ve Allah'ın O en sevgili kuluna,en büyük insana,en büyük peygamberimize hürmetsizlikte bulunmaktadır.
Şüphesiz Allah, size emanetleri ehline (sahiplerine) teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor. Bununla Allah, size ne güzel öğüt veriyor!.. Doğrusu Allah, işitendir, görendir.
Ey iman edenler, Allah'a itaat edin; elçiye itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, artık onu Allah'a ve elçisine döndürün. Şayet Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsanız. Bu, hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir.(Nisa-58-59)
Her işi ehline bırakmamız gerektiğini belirten bu ayet birazda sizin en başta eleştirdiğiniz cümlemyide açığa çıkarıyor.Ruhbanlık sınıfı gibi meselelerle meseleyi çarpıtmışsınız tabi orayı geçiyor ve ayete yöneliyorum.
Son iki ayet-i kerime,bilhassa sağlam içtimai sistem açısından çok önemli kaideler ortaya koymaktadır:
-Bütün işlerin ehline verilmesi,
-Yargının tamamen adalete dayanması,
-Bütün emir ve yasaklarında Allah'a ve Rasül'e mutlak itaat,
-Müminlerin idarecilerinin inanç olarak kendilerinden olması ve bu idarecilere,Allah'a ve Rasülüne itaat çerçevesinde itaat etmek,
-İhtilaflı meseleleri Kur'an ve Sünnet'e dayanarak çözmek ve
-Sistemin işlerliği ve devam etmesi adına en büyük müeyyide olarak sağlam bir imana sahip olmak,Bu sistemin başlıca dayanaklarıdır.59. ayette Allah'a itaat edin, Rasul'e itaat edin denilerek, Rasul içinde ayrıca itaatin zikredilmesi,Rasulullah'ın sadece hayat-ı seniyyelerindeki idareciliği ile sınırlı değildir.Bu itaat,O'nun he hayatı,hemde daha sonrası için mutlak olup,öncelikle hem Sünnet'e uymaya dikkat çekmekte hem de Rasullah'ın teşri yetkisi olduğunu ve masumiyetini ortaya koymaktadır.
Daha ayet açıklamaya gerek duymadan ayet numaralarını veriyorum. enbiya-45/sad-70/Ahkaf-9/Araf-203/Araf-157/Necm 3,4/Haşr-7 (hüküm ganimetler üzerine söylenmiş gibi görünse de hüküm geniş kapsamlıdır.)
Nisa-80/Nur-63/Ahzab-36/Al-i İmran-31
Bu ayetlere binaen bir iki açıklama yapıp bitireyim.
-Peygamber Efendimizin söyledikleri,uydukları,getirdikleri,konuştukları vahiy kaynaklıdır.Bu nedenle Sünnet'de ,Kur'an gibi vahiydir.
-Ayetlerce Rasule tabi olmak farzdır.
-Bize Kur'an yeter demek cümlesinden sünnetin reddi anlaşılır.Aksine Kur'an ve sünnet biraraya getirilmelidir.

Ciddi derece de Kur'an bilip sonra hadislere yönelmeli ve böylece Kur'anla hadis-i kıyaslamalıyız.Kur'ana tersse hadis reddedilmeli.Size öğrenci arkadaşlarımıza yolladığım bir dosyayı yolluyorum ondan sonra hadis hakkında teferruata sahip olup sonra gelin hadisler üzerinde birifing verelim okulumuzda.
http://rapidshare.com/files/178470067/HadisCesitler_1_.pdf.html
İşte hadis ilmi usulü bu kadar zor.(teşbih-temsil-isnad-ittisal-mürtehas)Bir takım cemiyetler bu zorluktan faydalanarak hadisleri eleştiriyorlar.Bir takım insanlarda böyle hadismi olur diye bütün bütün hadisleri inkar ediyorlar.
Hadis konusuyla ilgilenmeniz bizide çok mutlu eder.İlk dönemlerden itibaren hadisçiler başta olmak üzere, bütün İslam alimleri bu rivayetleri anlama konusunda çalışmalar yapmışlardır.Birine problem gibi gelen bir hadis, bir başka bilim adamı tarafından çok rahat bir şekilde çözülebilmektedir. Önemli olan meseleye yaklaşım tarzıdır. Bir hadis güvenilir kaynaklarda bulunuyorsa onu "anlamaya çalışmak" önemlidir. Bizim anlama dünyamıza uymuyor diye bir çırpıda silivermek hiç de objektif bir yöntem olamaz. Eski alimlerimiz anlamakta güçlük çektikleri hadisler için "tevakkuf" yöntemini geliştirmişlerdir ki bugünkü bilim anlayışında bile henüz yeri yoktur. Buna göre, benim anlayamadığım bu rivayet gün gelir anlaşılabilir, düşüncesiyle tabiri caizse dondurulmaktadır. Uydurma ya da çok zayıf olduğu tespit edilenler ise zaten konumuz dışındadır.Biz burada size son derece ilginç gelecek hadisler üzerinde araştırmalar yapıyoruz.Kendimiz bile olurmu diyoruz ama gerçekten hadis olduğu ortaya çıkıyor.Arap dili ve belağatı bu meseleleri çözümlememize yardımcı oluyor.Çevirilerde hatalarla karşılaşıyoruz.Biz Dilerdik ki dindar arkadaşlarla birlikte tetkik etsek.Hadis ile hadis zıt gibi görünebilmekte ve Kur'an'dan bizim anladığımız manaya göre ayetlere ters düşmekte gibi ama çoğunlukla öyle çıkmıyor sonu.
Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki:Sünnet'te Kur'an gibi korunmuştur.Fakat korunmuşluğu farklıdır.Kur'an lafız ve mana olaak korunmuştur.Sünnet ise lafız olarak olsa da,ciddi oranda mana ile olmuştur.Yani,hadislerin bir kısmı Peygamber Efendimizin söylediği şekliyle muhafaza edilmiş bir kısmıda mana olarak bize ulaşmıştır.Sonraki nesillere intikal etmeyen hadisler de olabilir.Sünnet uygulama olarak yaşanmış,korunmu ve sonraki nesillere aktarılmıştır.Kur'an'ın korunması,Sünnet'in korunmasınıda kapsar.Çünkü sünnet,Kur'an'ı tefsir eder ve keyfi yorumlara tabi tutulmasını önler.O halde Sünnet'in korunması,Kur'an'ın korunması için gereklidir.Aynen Kur'an'ın korunmasıda Sünnet'in korunması demektir.Namaz konusuna gelirsek eger sünnet korunmasaydı namazı (sal'a) nasıl ikame edecektik.Kur'an'da kıyam,rukü,secde belirtsede bunların nasıl olacağı rekat sayıları nasıl bilinecekti,namazın beş vakte tahsisi Kur'an'da ihtilaflı bir durum ama bunu hadislerden öğreniyoruz..
Hadisler olmadan Kur'an bize yeter derseniz bu ayeti hiçe saymış olursunuz.
Onları, delillerle, kitaplarla gönderdik ve sana da, onlara ne indirildiğini açıkça anlatman, düşünmelerini sağlaman için Kur'ân'ı indirdik.(nahl 44)
Demekki açıklanması gerekiyor.23 sene boyunca bu görevi ifa etmiş..
Sık karşılaştığımız bir soru ile bitireyim.

-Bunlar, sana gerçek olarak okuduğumuz Allah'ın ayetleridir.Allah'tan ve ayetlerinden başka hangi hadise inanıyorlar?
Söz kelimesinin arapçası olan hadis kelimesini oraya ekleyerek insanları yanlış yönlendirmekten çekinmiyorlar..
Sitenize eklediğiniz yazılarla, vebal altına girip okuyucularınızı yanlış yönlendirmemeniz sizin açınızdan iyi olur diye düşünüyorum.
Sağlıcakla kalın…

,,sU LeKeSi dedi ki...

Sevgili yorumcu kardeş,

Duyarlılığınız için öncelikle teşekkür ederim. Birbirimize karşılıklı olarak saygı duyabildiğimiz sürece her türlü eleştiri ve değerlendirmelerinizi beklerim.

Hadis ilmi üzerine daha fazla bilgi sahibi olmak için elimden geleni yapacağım. Gönderdiğiniz dosyayı da kaynaklarıma ekleyeceğim. Benim e-posta adresim onur.pusuluk@gmail.com. Bana bir e-posta atarsanız her an sizinle iletişim kurabilirim. Kur’an’la ters düştüğünü düşündüğüm hadisleri size söylerim. Siz de gerçeği anlamam konusunda yardımcı olursunuz.

Ben hocanızı tanımıyorum. Bana din üzerine muhabbet ettiğim bir arkadaşım bu makaleyi gönderdi. Ben de makalede görüneni ve onun arkadaşım üzerindeki etkisini göz önünde bulundurup, kendimce Kur’an süzgecinden geçirdim ve arkadaşıma cevap olarak kaleme aldım bu yazı serisini. Yani hocanızın kim olduğu ve neler yaptığı benim için önemli değil(di). Ama yazdıklarımı burada yayınlamak artık benim için bir yükümlülüktü. Keşke arkadaşımı tanısaydınız. Belki neden böyle bir yazı yazdığımı anlar ve bana yaptığınız uyarıyı hocanıza da yapmak zorunda hissederdiniz o zaman kendinizi.

Ben herhangi bir konuda ne biliyorsam burada paylaşıyorum. Paylaşmak benim için bir yükümlülük. Tabii bildiklerim arasındaki yanlışları düzeltmek ve yeni şeyler öğrenmek de. Düşüncelerimi kimseye dayatmadığım için de yaptığınız uyarı konusunda şimdilik içim rahat.

Şimdi yorumunuzdaki yargı bildiren söylemlere dair birkaç cevap:

1) Hiç Arapça bilmiyor değilim. Ama hiç Arapça bilmeseydim de dil konusundaki yaklaşımınız beni rahatsız ederdi. Bence ilahi metinlerin kendine özgü sembolik bir dili (Ğaybın dili) vardır. Ve Arapça, İbranice gibi metnin yazılmış olduğu dillerden önceliklidir bu dil. Zira kelimeler ve cümleler bu dile göre anlam yüklenir. Bu dili bilmeden sırf çeviri yapmaya kalkarsanız, bambaşka şeylerle karşılaşırsınız. Dilerseniz üzerine daha çok yazar, düşüncemi örneklerle anlatmayı denerim. Ama şimdi yeri ve sırası değil.

Hem eğer Kur’an’ı anlamak için gerek ve yeter şart Arapça bilmek olsaydı, Araplar’a bu konuda ayrıcalık verilmiş olurdu. Zira kimse bir dili anadili kadar iyi öğrenemez!

Ama Arapça bilmenin Kur’an’ı daha iyi anlamak adına kesinlikle gerektiğine karşı çıktığımı düşünmeyin sakın. Öyle düşünseydim, üç kere kendi kendime Arapça öğrenmeye başlamış olmazdım..

2) Ben düşüncem doğrultusundaki hadisleri kabul edip, diğerlerini inkar etmiyorum. Bu yazı serisini biraz daha dikkatli okursanız anlarsınız. Ben Kur’an’a işaret eden, ayetleri birbirini bağlayan, ayetlerdeki anlamları açığa çıkarmaya çalışan hadisleri kabul ediyorum. Kabul etmediğim hadisler Kur’an ayetleriyle ters düşen hadislerdir.

Bahsettiğiniz hadisi daha önce görmedim. Keşke önyargılı olmasaydınız. O hadisi bilseydim, onu da Kur’an süzgecinden geçirirdim. Dediğim gibi, keşke yazılarımı hakkını vererek okusaydınız, anlardınız.

3) Yahudiler’in yanlışları ve Müslümanlar’ın benzer tehlikeler içinde olduğu gerçeğiyle yüzleşmemiş olsaydım, bu yazıları yazmazdım zaten. Tam da dediğiniz gibi Kur’an’ı insanlarımızın bulandırdığını düşünüyorum. Ama sadece Kur’an meal ve tefsirleriyle değil. Asıl tehlikeli bulandırma bence hadis kitaplarıyla olmakta. Ve hadisleri Kur’an süzgecinden geçirmediğimiz sürece arındırmak pek olası gözükmüyor.

4) Kur’an bence de hem müfesser, hem de müfessir bir kitaptır. Kendisi ona inanmayanların kendinden önceki kitaplara ya da tabiata bakmasını, aynı şeylerin oralarda da görülebileceğini söyler. Bu yüzden ayetlerdeki anlaşmazlıklarda bakılması gereken yer bence sadece hadisler değil, diğer ilahi kitaplar ve tabiat (tarih, bilim, felsefe..) olmalıdır. Buralara bakıldıktan sonra Kur’an daha iyi anlaşabilir.

Kur’an Peygamber’in sözlerine inanmayanların ise kendisine bakmasını, aynı şeyleri ayetlerde de görebileceklerini söyler. Yani bence hadislerdeki anlaşmazlıklarda bakılması gereken yer Furkan’dır!

5) Her işin ehline verilmesi konusunda diyeceğim bir şey yok. Ama din bir iş, hem de işerden bir iş değildir. Her inanan bu konuda ehil olmak zorundadır! Araya bir ruhban sınıfı koymak Allah ile kulu arasına birisini koymak demektir. Bence Allah’ın kitabı kendini herkese anlatabilecek kadar hikmetlidir. Yeter ki kişi o kadar istekli olsun..

Adsız dedi ki...

Tekrar selamlar,

İşlerimin yoğunluğundan her hadis üzerine tek,tek yorum yapmak için yeterli zamanım olmayabilir.
Size ,bu konuda kaynak olarak internet siteleri ve kaynak kitaplar önerebilirim.
Fakat, internette orjinal arapça hadis kaynakları üzerine, hadisler eklenerek hadisler kirletilmeye çalışılmaktadır.Misal
verecek olursak, Ebu-Davud'un "Kitâbü's-Sünen" orjinal eseri üzerinde düzenleme yapmış olan bir yayınevi hadis numarası olarak
Mesela cihad bölümünde 134 hadis varken, 135 yazıp kendi uydurdukları hadisleri eklediklerine ve bazı
internet siteleri de bunları sitelerine eklediklerine şahit olduk.Taratıp bilgisayara aktarırken kelimeler farklı şekilde
aktarılabiliyor.Örneğin; Sizin gibiler kelimesi tarayıcıdan geçerken ,ingilizler şeklinde aktarılmıştır.
İnternetteki hadislere dikkat etmenizi öneririm.Aklınıza takılan hadislerle ilgili ilk olarak aşağıdaki siteleri öneririm.
Buraya farklı üniversitelerden değişik öğretim görevlileri arkadaşlarımız vakit buldukça cevaplar yazmaktalar.
Öğrencilerimizin akıllara en çok takılan iki hadis hakkında ,kısa bir şekilde Prof. Dr. İbrahim Canan hocamız cevap yazmış.Sizlerde bu sitelere soru cevap şeklinde cevaplar alabilirsiniz.Böylece istekli olan herkes istifade edebilir.

1-"Allah ahirette Peygamberlere kimliğini kanıtlamak için bacağını açıp baldırını gösterir."
2-"Veled-i zina, üç şerlinin en şerlisidir."
hadisleridir.Basit bir şekilde arap dili üzerine ayrıntıya ve belagata girmeden açıklamalarda bulunmuşlardır

http://www.sorularlaislamiyet.com/subpage.php?s=article&aid=9848
http://www.sorularlaislamiyet.com/subpage.php?s=cat_open&cid=58&sayfa=0
http://www.sorularlaislamiyet.com/subpage.php?s=show_qnacat&id=58&sayfa=0
ed-Dürerü’s-seniyye (www.dorar.net)
el-Muhaddis (www.muhaddith.org)
IHSAN (www.ihsanetwork.org)
İslam (www.al-islam.com)
Şebeketü’l-İslâmiyye (www.islamweb.net)
Ezher (www.alazhr.org veya www.islamic-council.com)
Nidâu’l-îmân (www.al-eman.com)
el-Varak (www.alwaraq.com)
Saydu’l-Fevâid (www.saaid.net)
Sahab (www.sahab.org)
el-Muhtâru’l-islâmî (www.islamselect.com)
Dâru’l-Hadis (www.hadith.net)
Kuveyt Evkaf Bakanlığı (www.islam.gov.kw)
Belâğ (www.balagh.com)
Râfed (www.rafed.net)
İslam (www.al-islam.org)
MSA (www.usc.edu/dept/MSA/)
Internet History Sourcebooks (www.fordham.edu/halsall)
ISNA (www.isna.net)
Prophet Muhammad (www.muhammad.net)
Muhaddis (www.muhaddis.org)
Ulum el-Hikme Okulu (www.ulumulhikmekoeln.de/)
HİKEM (www.hikem.net)
Dinbilimleri (www.dinbilimleri.com)

Sağlıcakla kalın,

SAÜ İlahiyat Fakültesi Arap Dili ve Belagati Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi

Adsız dedi ki...

Selamlar, dün yolladığınız yorum hakkında bir eklemede bulunmak istiyorum, vakit darlığından yazamadığım :Yorum yaptığım mesele, hadisler üzerine olduğundan Arapçayı bilmeden dini yorumlamada ki eksikliklerden bahsederken hadis dilini kasdettim.Arap dilinin Allah'ın tebliğini bir araç olarak ortaya koyan bu dilin sahip olduğu,ahenk,kelime yapısı,fiil çekimi ve telaffuzundaki kaideler diğer dillerle kesinlikle mukayese edilemeyecek derece de farklıdır.

Ahmet Dölek-Hadislerde teşbih ve temsiller kitabı bu konuda yardımcı olabilir.

SAÜ İlahiyat Fakültesi Arap dili Belagati Ana Bilim Dalı Öğretim üyesi.

ZAFER dedi ki...

Yrd. Doç. Dr. Niyazi Beki’nin “Hadis ve Sünnete Dair Bir Cevap” isimli makalesi bir okur tarafından vicdansız ve haksız bir surette tenkit edilmiştir.Biz bu tenkitlerin ne kadar akıl ve muhakemeden uzak olduğunu bir o kadar da vicdansızca yapıldığını göstermeye çalışacağız.
Tenkit edenin görüşü üstte koyu yazı halinde verilmiş olup alta cevap olarak açıklama yazılmıştır.



“İslamiyetin her türlü meselesinde, söz söylemek, ahkâm kesmek hakkını kendilerinde gören bir kısım zevat..” (Niyazi Beki)

Yazının sonunda tamamını verdiğim makaleye Niyazi Beki böyle başlamış. Oysa bir Müslüman İslam’ın her türlü meselesinde söz söylemek zorunda değil mi? İslam’da ne zamandan beri Kilise Hıristiyanlığı’ndaki gibi bazı konular hakkında kendilerinden başkasının konuşamayacağı bir ruhban sınıfı var? Ki yazar kendini o sınıfa, başkalarını da diğer sınıfa dahil etmiş; sınıfından çıkmayı deneyenleri de küçümsemiş..
CEVAP:
1-Tenkit eden şahıs her müslümanın her meselede söz sahibi olması gerektiğini iddia etmektedir.
Oysaki bu iddianın ne denli çürük olduğunu Allah’ın kainata koyduğu adetullah kanunlarından dahi görebiliriz.Mesela :
Günümüz dünyasında, ihtisaslaşmanın hızla yayıldığı ve `ihtisasa hürmet esastır` anlayışının saygınlık ve değer kazandığı görülür. Tıp, diş hekimliği, mimarlık gibi uzmanlık alanları nasıl bir eğitim ve tecrübe dönemi istiyorsa, dini ilimler tahsili de uzun vadeli bir çalışma disiplini ve ciddi bir altyapıya ihtiyaç duyar. Nasıl, `Tıp bilgisi (ehliyet ve liyakati, tecrübe ve ihtisası) olmadığı halde tabipliğe soyunan kimse, hastanın ölümünden sorumludur` (Ebu Davud, Diyat, 25; Nesai, Kasame, 41; İbn Mace, Tıb, 16.) hadis-i şerifinin öğrettiği üzere yarım doktor candan ediyorsa, `Allah kullarından ilmi birden söküp almaz. Lakin alimleri kabzetmek suretiyle ilmi alır. Nihayet hiçbir alim bırakmadığı zaman, insanlar cahil başlar/başkanlar edinirler. Onlara sualler sorulur da bilgisizce fetva verirler. Böylece hem saparlar hem saptırırlar!` (Buhari, İlim, 34, İ`tisam, 7; Müslim, İlim, 13-14; Tirmizi, İlim, 5; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 162, 203) hadis-i şerifinin öğrettiği üzere yarım hoca da dinden-imandan edebilir.
Bütün bu açıklamalardan sonra Niyazi Beki’nin şu cümlesini eleştiren kişi aşağıdaki hadis-i şerifleri okusun da cehaletini görsün.
"İş ehli olmayana [layık olmayana] tevdi edildiği [verildiği] zaman, kıyameti bekle." [Buhari]
"Emanet zayi edildiğinde kıyametin kopmasını bekleyin. "Ya Resulallah, emanetin zayi edilmesi nasıl olur?" denince, "Görev ehlinden başkasına verildiği zaman kıyameti bekleyin" buyurdu. (Buhari)
"Emanete riayet etmeyenin imanı yoktur. Onun namazı da, zekâtı da kabul olmaz." [Bezzar]
2-Yine tenkit eden şahıs diyor ki: “Ki yazar kendini o sınıfa, başkalarını da diğer sınıfa dahil etmiş; sınıfından çıkmayı deneyenleri de küçümsemiş..”
Şimdi aklı ve vicdanı olan kişi makaleyi baştan sona okusun da Niyaz Hocanın hangi cümlesinden bunu çıkardığını yazsın..Nasıl ki süfli ruhların yüksek ruhları anlamayıp yanlış mana verdiği gibi; Tenkit eden şahıs da Niyazi Hoca’nın dinin esasatındaki yüksekliği ve kudsiyeti basite indirgeyip suistimal edenlere bir reddiye yazdığını görmek yerine meseleyi haksız yere farklı boyuta çekmiştir. Arı su içer bal akıtır, yılan su içer zehir akıtır...

“Ama, kasdedilen “Kur’an’ın bitmez tükenmez hazinesi vardır. Ezelî bir zatın kelâmıdır, her müşkilimizi onun işaret ettiği yollardan çözebiliriz” mealinden çok, “Kur’an bize yeter! Mezhep imamlarına ne gerek var? Müçtehidler de kim oluyormuş? Sahabeler de insandı canım! Hadislerin de çoğu mevzu, sonradan uydurulmuş! Kalanlarda bindörtyüz yıllık. Dolayısıyla, yaşadığımız asırda yeni birşeyler söylemek lazım. Bunun için de Kur’an bize yeter..” gibisinden iddialar olunca..” (N.B.)

Yazar Kur’an’ın her türlü soruna dair bir çözüm içeren ezeli bir hazine olması mealini nasıl oluyor da işaret ettiği iddialarla çelişir buluyor? Nasıl bir mantık ilişkisi kurmuş? Bu iddiaların tam tersi, yani “mezhep imamları, müçtehidler, sahabeler ve hadisler olmaksızın o hazinenin kullanılamayacağı” asıl o mealle çelişmez mi??

CEVAP:
Yine tenkit eden şahıs yukarıda ifadeler ile Niyazi Hocanın “Hadis ve Sünnete Dair Bir Cevap” isimli makalesini eleştirmeye devam ediyor.Yine aynı mantık hatasını yapıyor ve Kelam-ı İlahi olan mucize kitabın her meselesini herkesin anlayabileceğini, başkalarına gerek olmayacağını iddia ediyor.Bakalım hadislerin ve sünnetin ehemmiyetini anlatan, dini konularda yorum yapabilmek için ciddi bir ihitisas gerektiğini anlatan makaleyi eleştiren kişiye Kur’an ne diyor :
(Aralarındaki anlaşmazlıkta seni hakem tayin edip, verdiğin hükmü tereddütsüz kabullenmedikçe, iman etmiş olmazlar.) [Nisa 65]
(O Peygamber, güzel şeyleri helal, çirkin şeyleri haram kılar.) [Araf 157]
(Allah, dilediğine hikmeti verir. Hikmet verilene de, çok hayır verilmiştir.) [Bekara 269]
(Size kitabı, hikmeti getiren ve bilmediklerinizi öğreten bir Resul gönderdik.) [Bakara 151]
İmam-ı Şafii, (Bu âyetteki hikmet, Sünnettir. Önce Kur’an, peşinden hikmet bildirilmiştir) buyurdu. (Risale s.78) Kur’an ile birlikte bir de hikmet [Sünnet] getirildiği, bu âyet ile de bildirildi.
Bu konudaki hadis-i şerifler de şöyledir:
(Cebrail aleyhisselam, Kur’an ile beraber açıklaması olan sünneti de getirmiştir.) [Darimi]
(Bana Kur’anın misli kadar daha hüküm verildi.) [İ. Ahmed]
(Yalnız Kur’andaki helal ve haramı kabul edin diyenler çıkar. İyi bilin, Peygamberin haram kılması, Allah’ın haram kılması gibidir.) [Tirmizi, Darimi]
(Bana uyan Cennete girer, bana isyan eden ise giremez.) [Buhari]
(Bir zaman gelir “Kur’andan başka şey tanımam” diyenler çıkar.) [Ebu Davud]
(Kur’ana ve sünnete uyan hiç sapıtmaz.) [Hakim]
(Sünnetimden yüz çeviren benden değildir.) [Müslim]
(Bir zaman gelir, beni yalanlayanlar çıkar. Bir hadis söylenince, “Resulullah böyle şey söylemez. Bunu bırak, Kur’andan söyle” der.) [Ebu Ya’la]
(Sünnetimi öldürüp dini bozmaya çalışanlara lanet olsun.) [Deylemi]
Şimdi bir bakalım Yalnız Kur’an diyen şahıs bu ifadeler karşısında Hadis ve Sünneti savunan bir makaleyi eleştirmenin mahiyet olarak “tam bir hata” olduğunu görmeyecek mi???

“Bütün asırlara seslenen yaş kuru herşeyi ihtiva eden Kur’anın bütün prensiplerini anlamak ancak vahiy ile desteklenmiş olmakla mümkündür. Vahiy ile desteklenmeyen hiçbir insan aklının, bütün bu bilgileri doğrudan Kur’andan alması imkânsızdır..” (N.B.)

Acaba yazar Zülkarneyn’in kim olduğu, Ashab-ı Kefh’in sayısı gibi Kur’an’da bilemeyeceğimizin söylendiği şeyler mi kastediliyor burada? Eğer öyle değilse neler bu peygamberler dışında kimsenin anlayamayacağı şeyler?

Sadece vahiy alanlara özel bilgiler mi söz konusu? Ya da “peygamberler kendilerine vahyedilenin tamamını açıklamazlar” mı denmek isteniyor?

Kur’an “Fakat [bize emanet edilen] mesajı size açıkça tebliğ etmekten başka bir şey ile yükümlü değiliz”. (36:17) (Ayrıca bakınız: 5:17, 10:108, 13:40, 16:35, 16:82 ..vb) demiyor mu Peygamber’in ağzından? Sadece tebliğ etmek!

Hem sadece Peygamber’in anlayabileceği bir şeylerin olması Kur’an’ın hitap gücünü azaltmak demek değil mi? Allah Peygamber dışındakilere bazı şeyleri anlatmakta aciz mi? Peygamberliği kendimizce yüceltmek için Kur’an ve Allah’ı küçültüp şirke düşmekten Allah’a sığınmak gerek. Allah’ın vahyini alabilecek birisi olmak yeterince saygıdeğer biri olmak demek değil mi zaten?
Sad 86-88: “DE Kİ [ey Peygamber]: “Bu [mesaj] için sizden hiçbir karşılık istemiyorum; ve ben sahip olmadığı şeyleri iddia edenlerden değilim. Bu [ilahî kelâm], bütün âlemler için ancak bir öğüt ve uyarıdır. Ve onun anlamını bir süre sonra mutlaka kavrayacaksınız.””

Neml 92: "Ve Kur'an'ı okumam (emredildi). Artık kim doğru yola gelirse, yalnız kendisi için gelmiş olur; kim de saparsa ona de ki: Ben sadece uyarıcılardanım.”

Bakara 272: “(Ya Muhammed!) Onları doğru yola iletmek sana ait değildir. Lakin Allah dilediğini doğru yola iletir. (..)”

Görüldüğü gibi Peygamber Kur’an’ın bir hatırlatma olduğunu, kendisinin sadece onu okuduğunu, tebliğ ettiğini ve uyardığını, kimseyi doğru yola iletemeyeceğini söylüyor ve ekliyor “anlamını kavrayacaksınız”! Kavratacağım demiyor.. Sahip olmadığımı iddia etmem diyor..

Casiye 28: “O gün her ümmeti, diz çökmüş görürsün. Her ümmet kendi kitabına çağırılır, (onlara şöyle denilir:) "Bu gün, yaptıklarınızla cezalandırılacaksınız!"

Maide 103-105: “Hakikati inkara şartlanmış olanlar, kendi uydurdukları yalanları Allah’a yakıştırırlar. Ve onların birçoğu akıllarını kullanmaz. “Allah’ın indirdiğine ve elçisine gelin” denildiğinde, “Atalarımızdan gördüğümüz inanç ve eylemler bizim için kafidir” diye cevap verirler. Ataları hiçbir şey bilmeyen ve doğru yoldan uzaklaşmış kimselerdiyse de mi? Sen imana ermiş olan, yalnız kendinden sorumlusun! (..)”

Allah Kitabı’nda sık sık “Düşünmeyecek misiniz? Düşünen bir toplum için bunda derin anlamlar vardır!” demiyor mu? Bu ayetleri düşünmeyecek miyiz?

Bakara 104: “Ey iman edenler, 'Raina-Bizi güt' demeyin. 'Unzurna-Bizi gözet' deyin ve dinleyin. Kafirler için acı bir azab vardır.”

Müslüman Zihni’nde olması gereken Peygamberlik niteliği Kur’an’ca bu kadar açık olarak işlenmişken Peygamber sahip olmadığı şeyleri yakıştırmanın nedeni ne olabilir?
CEVAP:
1-Tenkit eden kişi öylesine dikkatsiz ve cahil ki adeta açıklamaları ile kendi kalesine gol atıyor..
Şöyle ki : Üstte bir ayet meali vermiş ve peygamberin (asm) vazifesinin sadece açıklamak ve tebliğ etmek olduğunu söylüyor.Öyle ya !Bizde ona soruyoruz ki : Resulullah Kur’anı niye açıkladı? Madem herşey açık seçikti...
Yine bu soruya biz cevap verelim ta ki el feneri hükmündeki zayıf fikrini ve içinde bulunduğu acizliği görsün :
İmam-ı Şarani hazretleri buyuruyor ki:
Kur’an-ı kerimde, namazların kaç rekat olduğu, rüku ve secdede okunacak tesbihler, vakit namazları ile bayram ve cenaze namazlarının nasıl kılınacağı, namazı bozan şeyler, zekat nisabı, zekatın hangi maldan verileceği orucun ve haccın farzları, oruç kefareti, hukuk bilgileri, köpek, ayı etinin yenilip yenilmeyeceği gibi birçok husus açıkça bildirilmemiştir. Yani hiçbir âlim, bunları Kur’an-ı kerimden bulup çıkaramazdı. Bunları Peygamber efendimiz açıklamıştır. (Mizan-ül kübra)

2-Devamla diyor ki:
Hem sadece Peygamber’in anlayabileceği bir şeylerin olması Kur’an’ın hitap gücünü azaltmak demek değil mi? Allah Peygamber dışındakilere bazı şeyleri anlatmakta aciz mi? Peygamberliği kendimizce yüceltmek için Kur’an ve Allah’ı küçültüp şirke düşmekten Allah’a sığınmak gerek. Allah’ın vahyini alabilecek birisi olmak yeterince saygıdeğer biri olmak demek değil mi zaten?
Yalnız Kur’an diyen bu cahile soruyoruz. Kur’an-ı Kerimde (Meyte ve kan size haram kılındı) buyuruluyor. (Maide 3)
Meyte, boğazlanmadan ölen veya öldürülen yani leş olan hayvandır. Bir müsteşrik, bu âyete bakarak balık yemenin haram olduğunu söyler. Ona göre sadece delil Kur’andır. Halbuki Allahü teâlâ (Bir işte anlaşamazsanız, bu işin hükmünü öğrenmek için Kur’ana ve sünnete bakın!) buyuruyor. Balık kesilmeden yenir mi diye Kur’ana bakınca müsteşrik yenmeyeceğini anlar. Dalak kandır. Müsteşrik, âyete bakınca bunun da haram olduğunu anlar. Fakat sünnete bakılınca istisna olarak balık ve dalağın helal olduğu görülür. Hadis-i şerifte, (Size iki meyte ve iki kan helal kılındı. İki meyte balıkla çekirgedir, iki kan ise, karaciğerle dalaktır) buyurulmuştur. (İbni Mace, Ebu Davud)
İşte bu ifadeler Kelam-ı İlahi’yi anlayabilmemiz için sünnetin, hadislerin gerekliliğini göstermektedir.Keza yine aynı hatayı yapıp Kur’an-ı Kerim’in tüm sırlarını herkesin anlayacağı gibi basit olduğunu anlatmaya çalışarak Kur’an’daki i’caz, belagat, cezalet, icaz, fesahat mevzularından habersiz olduğunu ispat etmiştir.
3- Ve devamla : “Allah’ın vahyini alabilecek birisi olmak yeterince saygıdeğer biri olmak demek değil mi zaten?”
Diğer ifadelerine de cevap olarak herhalde yukarıdaki açıklamalar yeterlidir.



“İbni Mes’ud bu hususu şöyle ifade etmektedir: “Kur’anda bizim için herşey açıklanmıştır. Ancak bizim aklımız onu idrak etmekten âcizdir. Bunun içindir ki Allah “Sana da kendilerine indirileni insanlara açıklayasın diye Kur’anı indirdik”16/44 şeklinde ifade buyurmaktadır.” (N.B.)

Nahl suresininin 44. ayetini değişik meallerden inceleyelim:

“[EY MUHAMMED,] Ve biz sana da bu uyarıcı kitabı indirdik ki, insanlara, başından beri indirilegelen mesajın aslını olanca açıklığıyla ulaştırasın ve onlar da böylece belki düşünürler.” (Muhammed Esed)

“(Ey Peygamber!) Sana da Kur'ân'ı indirdik ki, insanlara vahyedileni açıklayasın. Belki onlar da düşünürler.” (Elmalılı)

“İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman için ve düşünüp anlasınlar diye sana da bu Kur'an'ı indirdik.” (Diyanet Vakfı)

“Sana da, onlara ne indirildiğini açıkça anlatman, düşünmelerini sağlaman için Kur'an'ı indirdik.” (A. Gölpınarlı)

“Sana da zikri (Kur'an'ı) indirdik ki, insanlara kendileri için indirileni açıklayasın ve onlar da iyice düşünsünler, diye.” (Ali Bulaç)

Bu ayetin neresinde aklın aciziyeti söz konusu? Tam tersine Peygamber’in ulaştırdığı, anlattığı ve açıkladığı Kur’an’ın insanların düşünüp anlaması gerektiği yazmıyor mu? İbn-i Mesud ayetin neden düşünme kısmını budamış? Aklı aciz gösterebilmek için mi?
CEVAP:
Tenkit eden sanırız neyi tenkit edeceğini de bilmiyor.Makalede : İbni Mes’ud bu hususu şöyle ifade etmektedir: “Kur’anda bizim için herşey açıklanmıştır. Ancak bizim aklımız onu idrak etmekten âcizdir.” denmektedir.
Yani Kur’anın mana tabakalarını her insanın anlayamayacağı bazı perdelerin mutlak olarak peygamberin izahları ile kalkacağından bahsediyor.Yoksa tenkit edenin yanlış anladığı gibi aklı aciz göstermeye çalışmamıştır. Keza peygamberin izahından sonra düşünecek olan biziz..

“İmam Şafii gibi âlimler bu gibi ayetlerde geçen “hikmet” kelimesini sünnet olarak açıklamışlardır.” (N.B.)

Hiçbir mealde bu ayetteki hikmet kelimesinin yerine sünnetin kullanıldığını görmedim. İmam Şafi neye dayanarak böyle bir açıklama yapmış? Hem sünnet indirilecek bir şey mi? Kendisine indirilen vahyi yazdıran Peygamber, sünnet vahiy gibi indirilen bir şeyse sünneti niye yazdırmadı?

Kur’an’da hikmet 101 kere kullanılmış. Gelin bakalım ayetlere de ne demek olduğunu anlamayı deneyelim:

Bakara 251: "(..) Allah ona (Davud'a) hükümdarlık ve hikmet verdi, dilediği ilimlerden ona öğretti. (..)"

Al-i İmran 48: "(Melekler, Meryem'e hitaben İsa hakkında sözlerine devam ettiler:) Allah ona yazmayı, hikmeti, Tevrat'ı, İncil'i öğretecek."

Meryem 12: ""Ey Yahya! Kitab'a (Tevrat'a) vargücünle sarıl!" (dedik) ve henüz sabi iken ona (ilim ve) hikmet verdik."

Nisâ 54: "(..) Oysa İbrahim soyuna Kitab'ı ve hikmeti verdik ve onlara büyük bir hükümranlık bahşettik."

Bakara 269: "Allah hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilirse, ona pek çok hayır verilmiş demektir. Ancak akıl sahipleri düşünüp ibret alırlar."

Al-i İmran 58: "(Resulüm!) Bu söylenenleri biz sana ayetlerden ve hikmet dolu Kur'an'dan okuyoruz."

Yunus 5: "(..) Allah bunları, ancak bir gerçeğe (ve hikmete) binaen yaratmıştır. O, bilen bir kavme ayetlerini açıklamaktadır."

Mümtehine 5: "Rabbimiz! Bizi, inkar edenler için deneme konusu kılma, bizi bağışla! Ey Rabbimiz! Yegane galip ve hikmet sahibi, ancak sensin."

Görüldüğü gibi yegane hikmet sahibi Allah’mış ve o dilediğine hikmetinden verirmiş. Hem Kur’an hikmet dolu bir kitapmış ki ancak akıl sahipleri düşünüp, ibret alırmış. İmam Şafii bunları okumamış mı?
CEVAP :
Tenkit eden şahıs bazı iddialarda bulunmuş ve demiş ki : “İmam Şafii bunları okumamış mı?” bizde bu sualine tebessüm ediyoruz ve diyoruz ki : Sen söyle sence İmam Şafii gibi bir allame bunları okumamışta sen mi okumuşsun...Dar görüşler... Dar fikirler...
Oysa ki Kur’ana, İslam’a uymak için, Peygamber efendimize uymak gerekir. Peygamber efendimize uymak için de İslam âlimlerine uymak gerekir. Kur’an-ı Kerimde mealen, (Bilmiyorsanız âlimlere sorun) buyuruluyor. (Nahl 43)
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Âlimlere tâbi olun!) [Deylemi]
(Âlimler yeryüzünün ışıklarıdır. Benim ve diğer Peygamberlerin vârisleridir.) [Ebu Nuaym]
(Âlimler rehberdir.) [İ. Neccar]
(Âlim, Allahü teâlânın güvendiği kimsedir.) [Deylemi]
Tahtavi hazretleri buyuruyor ki:
(Kur’an-ı kerimdeki, (Allah’ın ipine sarılın!) emri, (Fıkıh âlimlerinin, mezhep imamlarının bildirdiklerine uyun) demektir.) [Dürr-ül muhtar haşiyesi]
Yine diyor ki : “Hiçbir mealde bu ayetteki hikmet kelimesinin yerine sünnetin kullanıldığını görmedim.”
Meal okuyarak Kur’an İlimlerine vakıf insanları eleştirmek ne kadar akıl karı varın hesap edin...
Kaldı ki Sünnet ve Hadislerin Bağlayıcılığına bakacak olursak :

1. Kur’an-ı Kerim: Hz. Peygamber (a.s.)’a Kur’an-ı Kerim dışında (1) vahiy geldiğini gösteren ayetler vardır.

Bunlardan bazıları şunlardır:

1- Kendi içinizden size ayetlerimizi okuyan, sizi kötülüklerden arındıran, size Kitab’ı ve Hikmet’i talim edip, bilmediklerinizi öğreten, (2) Allah’ın kendisine Kitab’ı ve Hikmet’i bildirdiği, (3) ifade edilen ayetlerde, Hz. Peygamber (s.a.m.)’a Kitab ile beraber bir de Hikmet’in verildiği anlaşılıyor.

Atıf, ma’tufa hem benzerlik hem de muğayeretlik manasını taşımaktadır. Bu itibarla, Kitab’tan kasıt Kur’an-ı Kerim olduğuna göre Hikmet’in başka bir şey olması lazım. Bunun da sünnet olma ihtimali hepsinden önce gelir.(4) Atıftan ma’tufa olan farklılığı bu benzerlik noktası ise ikisinin de Allah’ın bildirmesiyle olmasıdır ki ikisinin de kaynağı vahiydir.(5)
1- “O kendiliğinden konuşmaz. Onun konuşması ancak, bildirilen bir vahiy iledir.” Ayetinden kastedilenin yalnız Kur’an olduğu söyleniyorsa da, sünneti de ihtiva ettiğini belirten alimlerimiz vardır. Mesela, Elmalılı bu ayeti “O, yani Kur’an veya Onun nutku ancak bir vahiydir. Başka türlü söylenemez. Yalnızca vahyolunur.” Diye tefsir ederek Sünnetinde vahiy edildiğine işaret etmiştir. (Yazır, Hak Dini VII, 457); Krş. Kurtubî, Tefsir, XVII,84-85; Aydınlı, Abdullah, Sünnetin Kaynağı Hakkında, Din Öğretimi dergisi, Sayı37, Ank, 1992, s.48; Kırbaşoğlu, Sünnet, 236 vd.
2- Bakara, 48; Ali İmran, 164.
3- Nisa, 113; Cuma, 2.
4- Hikmet’ten kas’tın sünnet olduğunu söyleyenler için bkz. Hasan el-Basrî, Katade, Yahya b. Kesir, (Suyuti, Miftahu’l-Cenne, s.23); İmam eş-Şafii, er Risâle, 32,78,93.
5- Kur’an ve Sünnet’in vahiy olması, aralarındaki farkın ne olduğu sorusunu akla getirmiştir. Aralarında mahiyet farkı olmadığı bu ayetten anlaşılıyor. Ancak biri vahyi metluv, diğeri vahyi gayri metluvdur. Suyuti bu hususu şöyle özetler: Allah’ın kelamı iki kısımdır. Allah Cibrile, “Peygamber’e Allah sana şunu şunu emrediyor, de.” Buyurur. Cibril’de muradı İlahiyi anlar ve Peygamber’e iletir. Bu aynen bir hükümdarın güvendiği birisini kendi namına elçi olarak tebasına göndermesi ve elçinin de hükümdarın arzusunu kendi ifadesiyle iletmesi gibidir. Diğeri ise Allah Cibril’e “Peygamber’e git ve şu kitabı ona oku” buyurur. O da aynen harfi harfine ona okur. İşte Kur’an vahyi ikinci kısma, sünnet vahyi birinci kısma benzemektedir. Bu yüzden Sünnetin manasıyla rivayetinin de caiz olduğunu söyler. Suyuti, el-İtkân, I,45; Bkz, Subhi es-Salih, Hadis İlimleri, s.261-262; Karaman, Hadis Usulü, s.9-10.

“Allah ve resûlü bir işte hüküm verdiği zaman, erkek-kadın hiçbir mü’min için kendi işlerinde seçme hakkı yoktur. Kim Allah’a ve resûlüne karşı gelirse apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” 33/36” (N.B.)

Ahzab Suresinin bu ayetini sonrasıyla beraber okuyalım:

36. Allah ve Elçisi bir konuda hüküm verdikten sonra artık inanmış bir erkek ve kadının kendileriyle ilgili konularda tercih serbestisi yoktur: [bu, hakkı kendinde görerek] Allah'a ve Elçisi'ne isyan eden kimse, apaçık bir sapkınlığa düşmüş olur.
37. VE BİR ZAMAN, [ey Muhammed,] Allah'ın lütufta bulunduğu ve senin de iyilik ettiğin kişiye, “Eşini terk etme ve Allah'a karşı sorumluluğunun bilincinde ol!” demiştin. Ve [böylece] Allah'ın yakında aydınlığa çıkaracağı şeyi içinde gizlemiştin; çünkü insanlar[ın ne düşüneceklerin]den çekiniyordun, oysa çekinmen gereken yalnız Allah olmalıydı! [Fakat] sonra Zeyd o kadınla beraberliğini sona erdirdiğinde onu seninle evlendirdik ki [gelecekte] evlatlıkları eşleriyle ilgilerini kestiklerinde onlar[la evlendikleri] için müminler suçlanmasın. Ve Allah'ın buyruğu [böylece] yerine getirilmiş oldu.

38. [O halde,] Allah'ın kendisi için takdir ettiği şeyi yapmasından dolayı] Peygamber'e hiçbir suç isnad edilemez. [Gerçekte, bu] sizden önce gelip geçenler için de Allah'ın bir uygulamasıydı; ve [şunu unutma ki] Allah'ın iradesi mutlaka tecelli eder.

36. ayet İbn-i Abbas’a göre Peygamber Zeyneb’i kölesi Zeyd için ailesinden istediği ve onların bunu kendilerini Zeyd’den daha soylu gördükleri için kabul etmedikleri zaman inmiş. Yani birileri kendi çıkarları için Allah’ın Peygamberi’ne karşı çıktığı zaman..

Ayetin devamında da Zeyneb ile Peygamber’in evlenmesi üzerine insanların Peygamber’e karşı çıkıp, onu suçlama olasılığından bahsediyor.

Yani bu ayetlerde Peygamber’e ilk karşı çıkış evlenme işlerinin sosyal statükoya göre düzenlenmesine Peygamber’in karşı çıktığı durumda oluyor. Daha sonra ayet iniyor ve aile evliliği kabul ediyor. Ama evlilik kötüye gidiyor. Peygamber’e Zeyneb ile evlenileceği ilham ediliyor. O da bunu bildiği ve insanların tepkisinden korktuğu için Zeyd’e eşini boşamamasını söylüyor. Allah Peygamber’in bu davranışını onaylamıyor, “onlardan değil, Allah’tan çekinmeliydin” diyor. Ve kendi kölesinin eski eşiyle evlendiği için insanların ona karşı çıkamayacağını söylüyor.

Görüldüğü gibi durum, yani “karşı çıkış” özel bir durum. Zira olay içinde Zeyd Peygamber’e karşı çıkıyor ve bu Allah’ın buyruğunun bir parçası olarak gösteriliyor. Öyleyse bu ayetler nasıl olur da makalede yorumlandığı gibi yorumlanabilir?

CEVAP :
Tenkit eden şahıs ayetler ile konuya yaklaşmış ve nasıl olur diye soruyor adeta olayı sınıflandırmak istiyor.Dinin hayatın her alanına nüfuz etmiş olduğunu idrak edemiyor..
İşte bu ayetleri okuyunuz:
(O, [Resulüm] vahiyden başkasını söylemez.) [Necm 3,4]
(Resulüme uyun ki, doğru yolu bulun!) [Araf 158, Nur 54]
(Resule itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur.) [Nisa 80]
(Allah’a ve Resulüne karşı gelen, apaçık bir sapıklıktadır.) [Ahzab 36]
(Allah ve Resulüne itaat eden Cennete, isyan eden Cehenneme gider.) [Nisa 13,14]
(İhtilaflı bir işin hükmünü Allah’tan [Kur’andan] ve Resulünden [Sünnetten] anlayın!) [Nisa 59]

“Namazın rek’at sayısı gibi bütün ümmetçe dinin zaruri esaslarından sayılan ve inkârı ise irtidadı (dinden çıkmayı) gerektiren hususlar sünnet ile sabittir.” (N.B.)

Namazın rekat sayısının inkarı dinden çıkmak mı demekmiş? Nerede yazıyor Allah aşkına? Gerekli durumlarda ibadeti kolaylaştırmayı önerirken Allah, birileri Allah’ın önerisini dinleyenlerin O’nun dininden çıkacağını mı söylüyor?
CEVAP :
Sanırım tenkit eden şahıs farz nedir? vacip nedir? sünnet nedir? Bilmiyor..Zaten bilse bu soruları sormazdı...

Hz. Peygamber (a.s.m), “Beni namaz kılarken nasıl gördüyseniz, siz de öyle kılın”, “Haccınızın ibadet şeklini benden alın” hadisleri bu konuya ışık tutmaktadır.

Hz. Peygamber(a.s.m)’in daha Mekke devrinden itibaren farz kılınan ve o günden bu güne kadar-nesilden nesile-aynen devam eden ve günde beş defa yerine getirilen namazın eda şeklinde tereddüt göstermek, izahı mümkün olmayan bir şeydir.

Soruda geçen veya buna benzer düşünceler nefis ve şeytanın birer tuzağıdır.
Bir de şu ayetleri okuyalım ta ki namazın şeklinin de Allahın emri olduğu bunu inkar edenin cehennem ehli olacağı görülsün.
(Allah’a ve Resulüne karşı gelen, apaçık bir sapıklıktadır.) [Ahzab 36]
(Allah ve Resulüne itaat eden Cennete, isyan eden Cehenneme gider.) [Nisa 13,14]



“Allah, Hz. Peygamber (a.s.m.)’e hitaben “Ey peygamber! Müminleri savaşa teşvik et” (8/65) buyuruyor; ancak bu teşvikin nasıl ve ne gibi ifadelerle yapılacağını bildirmiyor. Demek ki Hz. Peygamber (a.s.m.) Kuran’ın emriyle, Kuran’ın dışında da söz söyleme yetkisine sahiptir.” (N.B.)

Kur’an’da savaşla ilgili bir dolu ayet var, bu tek ayet değil:

Bakara 216: "Hoşunuza gitmediği halde savaş size farz kılındı. Sizin için daha hayırlı olduğu halde bir şeyi sevmemeniz mümkündür. Sizin için daha kötü olduğu halde bir şeyi sevmeniz de mümkündür."

Nisa 71: "Ey iman edenler! Tedbirinizi alın; bölük bölük savaşa çıkın, yahut (gerektiğinde) topyekün savaşın."

Nisa 75: "Size ne oldu da Allah yolunda ve "Rabbimiz! Bizi, halkı zalim olan bu şehirden çıkar, bize tarafından bir sahip gönder, bize katından bir yardımcı yolla!" diyen zavallı erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz!"

Nisa 90: "Ancak kendileriyle aranızda antlaşma bulunan bir topluma sığınanlar yahut ne sizinle ne de kendi toplumlarıyla savaşmak (istemediklerin) den yürekleri sıkılarak size gelenler müstesna. Allah dileseydi onları başınıza bela ederdi de sizinle savaşırlardı. Artık onlar sizi bırakıp bir tarafa çekilir de sizinle savaşmazlar ve size barış teklif ederlerse bu durumda Allah size, onların aleyhinde bir yola girme hakkı vermemiştir."

Nisa 94: "Ey iman edenler! Allah yolunda savaşa çıktığınız zaman iyi anlayıp dinleyin. Size selam verene, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek "Sen mümin değilsin" demeyin. Çünkü Allah'ın nezdinde sayısız ganimetler vardır. Önceden siz de böyle iken Allah size lütfetti; o halde iyi anlayıp dinleyin. Şüphesiz Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır."

Enfal 1: "Sana savaş ganimetlerini soruyorlar. De ki: Ganimetler Allah ve Peygamber'e aittir. O halde siz (gerçek) müminler iseniz Allah'tan korkun, aranızı düzeltin, Allah ve Resulüne itaat edin."

Enfal 16: "Tekrar savaşmak için bir tarafa çekilme veya diğer bölüğe ulaşıp mevzi tutma durumu dışında, kim öyle bir günde onlara arka çevirirse muhakkak ki o, Allah'ın gazabını hak etmiş olarak döner. Onun yeri de cehennemdir. Orası, varılacak ne kötü yerdir!"

Enfal 17: "(Savaşta) onları siz öldürmediniz, fakat Allah öldürdü onları; attığın zaman da sen atmadın, fakat Allah attı (onu). Ve bunu, müminleri güzel bir imtihanla denemek için (yaptı). Şüphesiz Allah işitendir, bilendir."

Enfal 39: "Fitne ortadan kalkıncaya ve din tamamen Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın! (İnkara) son verirlerse şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını çok iyi görür."

Enfal 41: "Eğer Allah'a ve hak ile batılın ayrıldığı gün, iki ordunun birbiri ile karşılaştığı gün (Bedir savaşında) kulumuza indirdiğimize inanmışsanız, bilin ki, ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri Allah'a, Resulüne, onun akrabalarına yetimlere, yoksullara ve yolcuya aittir. Allah her şeye hakkıyla kadirdir."

Savaş kelimesinin geçtiği 85 ayetten birkaç tanesini örnek olsun diye aktardım. Görüldüğü gibi bu ve diğer ayetlerde a’dan z’ye savaş hakkında her şeyin nasıl yapılması gerektiği anlatılıyor. Bu makalenin yazarı Kur’an’ı hiç mi okumamış? Peygamber’e Kur’an’a dayanmaksızın hareket etmeyi yakıştırmak için nasıl Kur’an ayetlerini bile çarptırıp duruyor?

“Müslüman Zihni’nde olması gereken Peygamberlik niteliği Kur’an’ca bu kadar açık olarak işlenmişken Peygamber’sahip olmadığı şeyleri yakıştırmanın nedeni ne olabilir?” sorusunda sorguladığımı biraz genişletelim:

Peygamber’e Kur’an’a dayanmaksızın hareket etmeyi yakıştırmak için Kur’an’ı bile çarpıtacak kadar çaba harcamanın nedeni ne olabilir?


CEVAP :
Bir insan bu kadar dikkatsiz olamaz.Bir bakın verdiği ayet meallerine ve sure isimlerine değişik zamanlarda nüzul etmiş ayet mealleri...Acaba Kur’anın 23 yılda nüzul olduğunu bilmiyor mu bu şahıs..Ya da ayetlerin değişik meselelere ışık tutacak şekilde indirildiğinden habersiz mi?
İslamiyet gelince müslümanların bireysel ve toplumsal hayatları evrim geçirmeye başladı bu evrime göre Peygamber (asm) fıtrata uygun bir şekilde dinin emirlerini hayata ikame etti..
Şimdi ayetin devamını ve tenkit edenin sorusunun cevabını okuyalım:
8/65- Ey peygamber! Müminleri savaşa teşvik et. Eğer içinizde sabırlı yirmi (kişi) bulunursa, onlar ikiyüze galip gelirler. Eğer sizden yüz (kişi) olursa, kâfirlerden binini mağlup eder. Çünkü onlar anlamaz bir topluluktur.
“Ey peygamber! Bütün gücünle mü'minleri müşriklere karşı savaşa teşvik et. "Bu, mü'minlerden herbir topluluğun, kendilerinden on misli fazla olan topluluğa galip geleceğine dair Yüce Allah'ın güzel bir va'didir. Yani, ey mü'minler! Eğer sizden savaşın sıkıntılarına sabreden yirmi kişi bulunursa Allah'ın yardım ve desteği ile düşmanlarından iki yüz kişiye galip gelir, Sizden yüz kişi bulunursa karşılaşmada sabretmek şartıyla- Allah'ın izniyle kafirlerden bin kişiye galip gelir.Bu "Bâ" harfi sebebiyet ifade eder. Yani bunun sebebi şudur: Kâfirler câhil bir topluluk oldukları için Allah'ın hikmetini anlamazlar, zafere götürecek yolu ve sebebini bilmezler. Onlar inanmaksızın ve sevabını beklemeksizin savaşırlar. Onun için de mağlup olurlar. İbn Abbas şöyle der: müminlerden bir kişinin düşmandan on kişi karşısında direnmesi farz idi. Sonra bu onlara ağır gelince bu hüküm nash edildi. Bundan sonra bir kişinin iki kişi karşısında direnmesi farz oldu.” -Safvetüt Tefasir 8/65 –
Her savaş ayeti değişik durumların izahı için gelmiştir.Nasıl oluyor da tenkit eden şahıs 23 yıl gibi oldukça çetin bir geçen bir sürecin sanki tekdüze geçmiş bir süreç gibi olduğunu zannederek “Savaş kelimesinin geçtiği 85 ayetten birkaç tanesini örnek olsun diye aktardım.” diyerek her ayetin aynı anda aynı noktaya parmak bastığınız zannederek ahmakça yorumlara girebiliyor...


“Denilebilir ki; Kuran Allah’ı temsil ediyor, Hz. Peygamber (a.s.m.) Kuran-ı, sünnet ise Hz. Peygamberi (a.s.m.) temsil ediyor.” (N.B.)

Peygamber’in dediklerinin ve yaptıklarının Kur’an’ı temsil etmesi zaten kaçınılmaz. O Kur’an’a göre yaşamış. Ama bugüne aktarılan sünnetin %100 Peygamber’i temsil ettiğini kim söyleyebilir ki? Bu altından kalkılması ağır bir iddia değil mi? Kusura bakmayın ama kim böyle bir iddianın altına girerse ezilir.

Ama bu cümleyle yukarıda genişlettiğimiz sorulama için bir cevap kapısı aralanır gibi oldu:

“Sünneti birebir uygulayan ya da yaptıkları birebir sünnet olarak adlandırılan birileri Peygamber’i, dolayısıyla da Kur’an’ı temsil ediyor olur. Peygamber’in Kur’an’a dayanmaksızın hareket edebilme yetkisi olduğu için bu kişiler de aynı şekilde hareket edebilir ve temsil ettikleri yüzünden onlara karşı çıkılamaz!”

Saygı için Peygamber’in Efendi, başka birilerinin ise Hoca-Efendi olarak adıllandırılabilmesi; o Hoca-Efendi’lerin Müslümanlığı sürekli kölelik olarak anlatıp, (temsil ettikleri düşünülen) Peygamberler’in ayetlerin aksine insanları kurtarmak için geldiklerini söyleyebilmesi bununla ilgili olabilir mi?
CEVAP :
Yine aynı terane! Peygamber olmak ayrıdır, peygamberi taklit etmek, sünnetine tabi olmak ayrıdır. Acaba şu gelecek ayetler net değil mi?
(O, [Resulüm] vahiyden başkasını söylemez.) [Necm 3,4]
(Resulüme uyun ki, doğru yolu bulun!) [Araf 158, Nur 54]
(Resule itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur.) [Nisa 80]
Şimdi bir baksın tenkit eden şahıs! Ayet peygambere uymaktan bahsediyor “Allah ve resûlü bir işte hüküm verdiği zaman, erkek-kadın hiçbir mü’min için kendi işlerinde seçme hakkı yoktur. Kim Allah’a ve resûlüne karşı gelirse apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” 33/36
Peygamberin sünnetine uyanların peygamber gibi hareket edebileceğinden bahsetmiyor...


“Özetle şunu söyleyebiliriz ki, insanlık tarihinde Kur’an-ı Kerim dışında Hz. Peygamberin(a.s.m.) hadisleri gibi titiz bir ilmî çalışma ile günümüze kadar güvenle aktarılan hiçbir kayıt yoktur.” (N.B.)

Tabii.. O yüzden Peygamber’in ömrünün yetmeyeceği kadar çok hadis olmalı ortada. Peki kimisi kimisiyle, birçoğu ise Kur’an’la neden çelişiyor?
CEVAP :
Hadis ilmini okumasını tavsiye ederiz tenkitçi şahısa.Çünkü mütevatir hadislerin sağlıklı olduğu konusunda kimse itiraz etmemektedir.
Mütevâtir, yalan üzerinde ittifak etmeleri aklen mümkün olmayan bir topluluğun, yine kendisi gibi bir topluluktan rivâyet ettiği haber demektir.
Hadis böyle yüksek bir mertebede bulunmasına rağmen, haksız bir şekilde eleştirilmiş olduğu da görülmektedir.
Zahiri tenakuz ayrıdır.Hakiki tenakuz ayrıdır.Şimdi münekkit şahıs gitsin bu konuları incelesin bakalım ne diyecek.Hatta daha ileri gidenler vardır onların soruları ile cevapları bir arada verelim:
Aslında hayret edilecek durum şudur; bu kadar titizlikle toplanıp yazılan sahih hadis kitaplarında ki sağlam hadisleri kabullenmekte zorlanan bu insanlar, kaynağı dahi bilinmeyen ve ravilerden eş'asın sevban’dan hadis rivayet ettiği görülmeyen bu "söze" hadis diye sımsıkı sarılmışlar, bir çok hadisi Kur'an'la çelişir gibi gösterip reddetmişlerdir. aslında hadislerin Kur'anla tamamen çelişmeleri mümkün değildir. bu konu ile ilgili olarak Tirmizînin şârihi Ebubekir Muhammed b. Abdullah İbnu'l-Arabi özetle şunları zikretmektedir: Hadisleri reddedenler üç kısma ayrılmaktadır:

a. Hadisi küçümseyerek kasıtlı bir şekilde reddedenler. Bunlar resulullah'la alay ettikleri için kâfirdirler.

b. Hadisi haber-i ahad olduğu için reddedenler. bunların bazıları bid'atçidirler..
c. Hadisi Kur'an'a ters düştüğü için reddedenler. Bu şekilde muteala edilen hadisleri üç kısıma ayırmak mümkündür.

a. Genel bir hüküm ifade eden âyetlere muhalif olan hadisler. bunlarla muhalif görülen âyetleri birbirleriyle bağdaştırmak mümkündür. Hadislerin Kur'an'ın genel hükmünü kayıtladığı veya tahsis ettikleri kabul edilir. Böylece ihtilaf ortadan kalkar.

b. Kur'an'ın zahirine muhalif olan hadisler. bu hadislerle amel edilip veya edilmeyeceği şüphelidir. Eğer Kur'an da, hadis de zahiri metinlerse, Kur'anla amel edilir. Şayet Kur'an zahiri bir metin şeklinde ve hadis de nass olan bir metin şeklinde ise Kur'an'ın zahiri o hadisin ifadesine göre tevil edilir.

c. Şayet hadisle Kur'an'ın arasını bulmak imkansız ise, bu takdirde Kur'an'la amel edilir. Ancak hadisle Kur'anın tamamen birbirleriyle çelişecekleri ihtimalinde ihtiyatlı olunmalıdır. Bunların birbirleriyle çelişeceklerine ihtimal veren hadis sahih değildir. Batıldır."

Araştırmaya başvurmadan hadisin Kur'anla çeliştiğini savunarak onu hemen red etmeye kalkışmak basitliktir. ilim adamına yakışmayan bir sıfattır.

hadis alimleri, hadislerin sağlamlık ve kuvvetlilik derecelerini tespit için hayatlarını bu yola vakfetmiş ve değerli çalışmalarını yazıp kaydederek günümüze kadar gelmesini sağlamışlardır. böylece hangi hadisin sahih, hangi sinin asılsız olduğunu tespit etmişler, bir kısım insanların hadisler hakkında ileri geri konuşmalarına yer bırakmamışlardır. yeter ki bunların değerli eserlerini okumuş ve neyin ne demek olduğunu anlamış olsunlar. Halisane bir niyet taşıyıp insaf ölçülerini kaybetmesinler.

* [1] bkz. hattabi, mealim fi's-siinen şerhi ebû dâvüd, lın. 4604; aridatü'l-ahvez; c.x sh. 131, 133


“Allah Resûlünün sözlerini aklına sığıştıramayanların onları inkâr etmesi gerçekten İslamiyet hesabına cinayettir.” (N.B.)

Anladığım kadarıyla yazar Peygamber’in sözlerini aklını sığıştırabildiğini söylüyor. Acaba bunun için ayetleri katlederek nasıl bir cinayet işlediğinin farkında değil mi?
CEVAP :
Yazarın peygamberin sözlerinin anladığına dair herhangi iddiası yoktur makalesinde.Tenkit eden şahıs aynı zamanda tenkitleri sırasında zaman zaman yazara iftira atmaktadır. Allah resulunun nebevi bir belagata sahip olduğu malumdur.Mana derinliği olan beliğ bazı sözler bedevi ve avam insanlarca tam manası ile anlaşılamayabilir.Ama inkar etmek farklı birşeydir.Bütün bu açıklamalardan ayetlerin katledileceği manası çıkmayacağı gibi ayetlerin Allah resulu sayesinde hakkıyla anlaşılabileceği anlamı çıkmaktadır.


* * *

Yrd. Doç. Dr. Niyazi Beki’nin “Hadis ve Sünnete Dair Bir Cevap” isimli makalesinin tamamı:

İslamiyetin her türlü meselesinde, söz söylemek, ahkâm kesmek hakkını kendilerinde gören bir kısım zevattan işitiyoruz ki; “Bize Kur’an yeter” demektedirler. Bu söz görünüşte doğrudur. Ama, kasdedilen “Kur’an’ın bitmez tükenmez hazinesi vardır. Ezelî bir zatın kelâmıdır, her müşkilimizi onun işaret ettiği yollardan çözebiliriz” mealinden çok, “Kur’an bize yeter! Mezhep imamlarına ne gerek var? Müçtehidler de kim oluyormuş? Sahabeler de insandı canım! Hadislerin de çoğu mevzu, sonradan uydurulmuş! Kalanlarda bindörtyüz yıllık. Dolayısıyla, yaşadığımız asırda yeni birşeyler söylemek lazım. Bunun için de Kur’an bize yeter..” gibisinden iddialar olunca, bu sözlere zihinleri takılan saf ve iyi niyetli müslümanların dikkatlerini bazı noktalara çekmekte fayda vardır. Bu yazımızda, sünnetin ehemmiyetini ve asla göz ardı edilemeyeceğini, sünneti ve hadisleri yok saymanın Kur’anla asla bağdaşamayacağını kısaca izah etmeye çalışacağız

Bütün asırlara seslenen yaş kuru herşeyi ihtiva eden Kur’anın bütün prensiplerini anlamak ancak vahiy ile desteklenmiş olmakla mümkündür. Vahiy ile desteklenmeyen hiçbir insan aklının, bütün bu bilgileri doğrudan Kur’andan alması imkânsızdır. Bu da sünnetin ne kadar zaruri, vazgeçilmez olduğunu göstermektedir. İbni Mes’ud bu hususu şöyle ifade etmektedir: “Kur’anda bizim için herşey açıklanmıştır. Ancak bizim aklımız onu idrak etmekten âcizdir. Bunun içindir ki Allah “Sana da kendilerine indirileni insanlara açıklayasın diye Kur’anı indirdik”16/44 şeklinde ifade buyurmaktadır.

Kur’an-ı Kerim bizzat sünnete uymayı dinin temel esaslarından sayıyor. Hz. Peygamberin en önemli görevinin Kur’anı açıklamak olduğunu ifade ediyor. Aşağıdaki âyetler bunu açıkça ortaya koyuyor:

“Nitekim içinizden size bir peygamber gönderdik o size ayetlerimizi okuyor, size kitabı ve hikmeti öğretiyor ve size bilmediğiniz şeyi öğretiyor.” 2/151

“Allah sana kitabı ve hikmeti indirmiş ve sana bilmediğini öğretmiştir.” 4/113

İmam Şafii gibi âlimler bu gibi ayettlerde geçen “hikmet” kelimesini sünnet olarak açıklamışlardır. (A.ğani A. Halik Hucciyetus-sunne syf. 297.)

Allah ve resûlü bir işte hüküm verdiği zaman, erkek-kadın hiçbir mü’min için kendi işlerinde seçme hakkı yoktur. Kim Allah’a ve resûlüne karşı gelirse apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” 33/36

Namazın rek’at sayısı gibi bütün ümmetçe dinin zaruri esaslarından sayılan ve inkârı ise irtidadı (dinden çıkmayı) gerektiren hususlar sünnet ile sabittir. Böyle zaruri bir hükmün kaynağı nasıl zaruri olmaz.

Hz. Ümmü Seleme diyor ki: “Büyük Rabbini tesbih et “Yüce Rabbini tesbih et” âyetleri nazil olduğu zaman Hz. Peygamber (a.s.) onları rükû ve secdelerine koydu. Âyetleri öyle tevil ediyordu.” Yani Kur’anın ilgili emrinin nasıl yerine getirileceğini uygulamalı olarak gösteriyordu.

Allah, Hz. Peygamber (a.s.m.)’e hitaben “Ey peygamber! Müminleri savaşa teşvik et” (8/65) buyuruyor; ancak bu teşvikin nasıl ve ne gibi ifadelerle yapılacağını bildirmiyor. Demek ki Hz. Peygamber (a.s.m.) Kuran’ın emriyle, Kuran’ın dışında da söz söyleme yetkisine sahiptir.

“Sizin için Allah’ın Resûlünde –alınacak- güzel bir örnek vardır” âyeti, Hz. Peygamberin konuşan ve yaşayan bir Kuran olarak her zaman canlı bir örnek olduğuna, varlığının zorunluluğuna işaret etmektedir. Denilebilir ki; Kuran Allah’ı temsil ediyor, Hz. Peygamber (a.s.m.) Kuran-ı, sünnet ise Hz. Peygamberi (a.s.m.) temsil ediyor. Buna göre Hz. Peygamberi (a.s.m.) devredışı tutmak isteyen zihniyet, bilerek veya bilmeyerek dinin dörtte üçünün ortadan kaldırılmasına yol açmaktadır.

İmam Şafii gibi birçok alimin bildirdiği gibi, Hz. Peygamberin (a.s.m.) sünneti, Kuranın bir açıklaması hükmündedir. Aksi takdirde, namaz hac, zekât gibi emirlerin detaylarını öğrenemezdik.

Bazı âlimlere göre 29 surenin başında bulunan mukattaat harfleri Hz. Peygamber (a.s.m.) için özel birer şifre niteliğini taşımaktadır.

Hz. Aişe ‘Hz. Peygamberin (a.s.m.) ahlâkı Kur’anın kendisi idi” derken, bir peygamberin vahiy ile olan ilişkisine de dikkat çekmektedir. Bu da vahyin metninin tebliği kadar, muhtevasının gönüllerde yaşaması için de peygamberin şahsına ihtiyaç olduğunu gösterir.

Bu mevzuda verilebilecek örnekler, daha sayfalar dolusu sürebilir. Meselenin aydınlatılmasında bu kadarını kâfi görüp, Ebu Davud ve Tirmizî gibi, hadiscilerin haber verdiği bir hadisi şerifle hem yazımıza nokta koyalım, hemde Hz. Peygamberin,(a.s.m.) halli ile meşgûl olduğumuz meseleyi nasıl asırlar evvel haber verip ümmetini mucizane ikaz ettiğini görelim. Hz. Peygamber (a.s.m.) diyorki:

“Dikkat edin! Bana “kitap” verildi. Onunla beraber, “bir o kadar daha” verildi. Dikkat edin! Karnı tok bir adamın, sedirin üstüne oturup, şöyle demesi yakındır: “Aramızda Allah’ın kitabı vardır. Onun içinde helâl olarak bulduğumuzu helâl sayar, haram olarak gördüğümüzü de haram sayarız.” Oysa, Allah Resûlünün haram kıldığı şey de, Allah’ın haram kıldığı şey gibidir.”

Bir başka rivayette ise hadis şu şekildedir:

“Sakın ha! sizden herhangi birinizi koltuğuna yaslanmış bir halde, kendisine benim emrettiğim veya yasakladığım bir husus geldiğinde; “Bunu bilmem, Allah’ın kitabında ne bulursak ona uyacağız.” derken bulmuş (görmüş) olmayayım.”

Özetle şunu söyleyebiliriz ki, insanlık tarihinde Kur’an-ı Kerim dışında Hz. Peygamberin(a.s.m.) hadisleri gibi titiz bir ilmî çalışma ile günümüze kadar güvenle aktarılan hiçbir kayıt yoktur. Hadislerin, güvenilirliği, bırakınız başka kitapları, Tevrat ve İncil’in günümüzdeki nüshalarından bile daha sağlam ve kuvvetlidir.

Bir hadisin zayıf olması, yanlış bir mânâ ifade ettiği anlamına gelmez, yalnızca Hz. Peygamber’e (a.s.m.) ait olup olmadığı tam olarak tesbit edilemediği anlamına gelir. Öyle ki aynı mânâyı ifade eden iki hadisten birine delil yetersizliğinden dolayı zayıf dendiği vakidir.

Şu noktada iyi bilinmelidir ki, bilerek hadis olmayan bir söze hadistir demek ne kadar çirkin ise, asırlardır en güvenilir müdakkik alimlerce hadis olduğu konusunda şüphe duyulmayan peygamber sözlerine hadis değildir demek o kadar çirkin ve risklidir. Allah Resûlünün sözlerini aklına sığıştıramayanların onları inkâr etmesi gerçekten İslamiyet hesabına cinayettir.

,,sU LeKeSi dedi ki...

Sevgili Zafer Kardeş,

Yorumuna cevap yazıp, yazmama konusunda emin değilim. Artık bu tart(ış)ma amaçsızlaşıp, mastürbasyon halini almaya başladı.

Ben, hocanız, siz ya da bir başkası, kim olursa olsun yoldan çıkan(lar)ı Allah doğru yola iletsin..

Muhakkak her şeyi hakkıyla bir tek O bilir..

Adsız dedi ki...

Selamlar Onurcum :)
Bizim muhabbet almış başını gitmiş.Bu makale hakkında birşey yazmamıştım.Diğer mevzuları cevaplayıp bunu bırakmıştım.Ama bazı arkadaşlar cevaplamışlar.Bende bir kaç birşey yazmak isterdim tabiki.Muhabbetimizden bu yana hadis ve sünnet anlatışı ve usül üzerine okuduğum kitaplar,belkide bir mevzu üzerine hayatımda bu kadar kitabın birini bitirip diğerine başlamadım.Sünnet Anlayışı üzerine derece de farklı düşünceler var, herkesin düşüncesi farklı olabilir.



1-HADİSLERİ ANLAMA PROBLEMİ (Ayhan tekineş)
2-SÜNNETE BAĞLILIK (Aynur Uraler)
3-BİLGİ KAYNAĞI OLARAK HADİS (Ayhan tekineş)
4-Sünnette önemli olan şekil değil ruhtur (ismail mutlu)
5-Hadis üzerine eleştiriler (Fereç hüdür)
6-Sünnet anlayışı (Beşir islamoğlu)
7-Sünnetin Tesbiti (Muhammed Accac El-Hatib)
8-Yukarıdaki arkadaşın tavsiyesiyle birlikte Hadislerde teşbih ve temsiller (Ahmet Dölek)
9-Sünnetin Dindeki Yeri (islami araştırmalar vakfı)
10 Riyazus salihin (İmamı Nevevi)
11-Hadislerin Sayısı mustafa Karataş

12-Hadis Usulüne giriş (Muhammed Salih el- Useymin)

13-Hanifdostlar sitesi.

14-Kur’andaki Din sitesi

15-Sorularlaislamiyet sitesi

16-Hayrettin Karamanın usül üzerine eleştirisi.

17-. Dr. İsmail Lütfi Çakan’a ait Hadislerde Görülen İhtilaflar ve Çözüm Yolları: Muhtelifü’l-Hadis İlmi, İFAV Yay

18-Kaynak kitap olarak kullandığım kitaplar

Ebû Dâvûd Tercüme ve şerhi, Şâmil Yayınları

Ahmed Davudoğlu, Müslim Tercümesi, Sönmez Neşriyat

Haydar Hatipoğlu, İbn Mâce Tercümesi, Kahraman Yayınları

M.Y. Kandemir, İ.L. Çakan, R. Küçük, Riyâzu’s-salihin, Erkam Yayınları

Şerhu Meâni’l-Âsar, Tahavi Kaynak

20-İbn Kuteybe, Hadis Müdafaası

21-Hadis ve Sünnetin Anlaşılmasında Metodoloji Sorunu (Mehmet Görmez)

22-İslam düşüncesinde Sünnet Hayri Kırbaşoğlu

23-Hadis Metodolojisi



işlerinin yoğun olduğunu biliyorum eğer vaktin olursa okumanı tavsiye ederim.Bu mesajı yazmamdaki asıl mesele şu,Aklına gelebilir diye düşündüm acaba isa yazmış olabilirmi gibi bir şey aklına gelebilir.Ama yemin ederim ben bu zafer isimli arkadaşı tanımıyorum.Anladığım kadarıyla arkadaşın hadis anlayışıda benim ki gibi geleneksel hadis anlayışı.Zafer arkadaşım kendini tanıtırsan memnun olacağım.

Allah bizi yolundan ayırmasın.

,,sU LeKeSi dedi ki...

İsacım bu aralar Allah'ın birkaç kevni ayetini anlamak için o kadar uğraşıyorum ki, haklısın, başka hiçbir şeye vakit bulamıyorum. Bu kevni ayetlerin başında da neden DNA'daki bilginin sadece 4 baz ile kodlandığı ve neden bu kod ile sadece 20 tane amino asit sentezlenebildiği var.. DNA replikasyonu ve protein sentezi işlemlerinin kuantum arama algoritması ile yapıldığı ve bu algoritma için bu rakamların optimizasyon sonucu ortaya çıktığı gösterilebiliyor sanırım.. Özellikle Allah'ın bu yaratışını tam anlamadan başka bir konuya aşırı bir şekilde yoğunlaşamayacağım..

Aklıma Zafer adındaki arkadaşla ilgili olabileceğin hiç gelmedi bu arada. Ama zaten bence çok farkınız var birbirinizden. Dini ilimlerden bir ilim olarak görürken, ilim ve alim kavramlarından tamamen bihaber o arkadaş..

Adsız dedi ki...

Bacanak Aklına gelebilebilir diye düşündüğüm için attım.Ama ben ilk mesajla ikinci mesaja bakınca üslup farkı varmış gibi geldi aynı kişi olmayabilirler.Allah ulaşmak istediğin yere inşallah en güzel şekilde ulaştırır azimli dostum..

salih dedi ki...

zafer arkadaş, eğer bir tartışmaya gireceksen önce kendine bakacaksın, ben bu tartışmaya girebilecek düzeyde miyim acaba?, eğer bu düzeyde bilgim varsa tartışma yapabilecek bir üsluba sahip miyim acaba?, tanımadığın kişiler hakkında cahil tarzı hoş olmayan kelimeler kullanman doğru değil, hele de dini bir tartışma içindesin ve dinine göre senin din kardeşin olan bir insana nasıl hitap ediyorsun, ayıp...

Adsız dedi ki...

ya zafer kardeş düşünce yapısı olarak benzeriz ama üslubun gerçekten itici. sakin sakin anlat ne diye bu kadar cellalleniyorsun yani bindiğin dalı kesmek denir buna hem onur'u tanımadan yargılıyorsun nerdeyse adamı dinsiz ilan etcen olmaz kardeşim. lüzumsuz onca blog varken bu tür iyi niyetli düşünce yazıları yazması ve insanlara, fikirlere açık olması dikkatinden kaçmış olmalı... Fikir paylaşımlarınızı merakla takip edicem.
muhabbetle...

ZAFER dedi ki...

Sevgili kardeşim,

Mailin için teşekkür ederim.Ancak "...lüzumsuz onca blog varken bu tür iyi niyetli düşünce yazıları yazması ve insanlara, fikirlere açık olması dikkatinden kaçmış olmalı..." ifadeni -ki sen bunu baz alarak- bana mail göndermişsin.Şimdi bir bakalım yazdığınız gibi Onur kardeşimiz "iyi niyetli düşünce yazıları " ilemi blogunda yayın yapmış?

1-Mevzu olan makalede aşağıdaki cümleler ve Onur Beyin eleştirileri yer almaktadır.Onur Bey yazılan makaleyi şu üslup ile eleştirmiştir :

"İmam Şafii gibi âlimler bu gibi ayetlerde geçen "hikmet" kelimesini sünnet olarak açıklamışlardır." (Niyazi Beki)

Onur Pusuluk : Hiçbir mealde bu ayetteki hikmet kelimesinin yerine sünnetin kullanıldığını görmedim. İmam Şafi neye dayanarak böyle bir açıklama yapmış? Hem sünnet indirilecek bir şey mi? Kendisine indirilen vahyi yazdıran Peygamber, sünnet vahiy gibi indirilen bir şeyse sünneti niye yazdırmadı?
....
Görüldüğü gibi yegane hikmet sahibi Allah'mış ve o dilediğine hikmetinden verirmiş. Hem Kur'an hikmet dolu bir kitapmış ki ancak akıl sahipleri düşünüp, ibret alırmış. İmam Şafii bunları okumamış mı?

Demekki Onur Bey mana aleminin büyüklerinden ve İslam Tarihinin sayılı alimlerinden İmam Şafii
gibi bir zatın Kuranda göremediklerini keşfetmiş...Evet ..Eğer sizde İmam Şafiin göremediklerini ve düşünemediklerini Onur kardeşimizin gördüğünü kabul ediyorsanız..Haklısınız..Ben Onur kardeşim gibi "iyi niyetli düşünce yazıları " yazan birini eleştirmişim...

2-"Allah Resûlünün sözlerini aklına sığıştıramayanların onları inkâr etmesi gerçekten İslamiyet hesabına cinayettir." (N.B.)


Onur Pusuluk :Anladığım kadarıyla yazar Peygamber'in sözlerini aklını sığıştırabildiğini söylüyor. Acaba bunun için ayetleri katlederek nasıl bir cinayet işlediğinin farkında değil mi?

CEVAP :(Benim)
Yazarın peygamberin sözlerinin anladığına dair herhangi iddiası yoktur makalesinde.Tenkit eden şahıs aynı zamanda tenkitleri sırasında zaman zaman yazara iftira atmaktadır. Allah resulunun nebevi bir belagata sahip olduğu malumdur.Mana derinliği olan beliğ bazı sözler bedevi ve avam insanlarca tam manası ile anlaşılamayabilir.Ama inkar etmek farklı birşeydir.Bütün bu açıklamalardan ayetlerin katledileceği manası çıkmayacağı gibi ayetlerin Allah resulu sayesinde hakkıyla anlaşılabileceği anlamı çıkmaktadır.

Şimdi sana 2 madde gösterdim...ve onur kardeşimizin üslubunu görün ve yazdıklarının nerelere gittiğini düşünüp bana yazdığınızı lütfen tekrar düşünün..Hem sonra resulullahın Sünneti ile ayetleri anlamaya çalışmak suç değildir.Bir şeyi anlamak ayrıdır, herşeyi anladığını iddia etmek çok farklı bir şeydir.

iZ-LeYiCiLeR