1 Eylül 2008 Pazartesi

Beyan-Burhan-İrfan üzerine - 1


Muhammed Peygamber’in Kur’an’ı eylemleriyle yorumlayış şekline sünnet, sözleriyle yorumlayış şekline ise hadis denilebilir bence. Bir Müslüman için sünnet ve hadisin kabul edilebilir tek tanımları da bunlar olsa gerek. Hele de Peygamber’in onları özellikle yazdırmadığı düşünülürse..

Sünnet olarak aktarılan bir şeyin öncelikle tanımı gereği Furkan’ın potasından geçirilip, (hangi durumda) neyi amaçladığı anlaşılmalıdır. Bir başka deyişle aktarılan sünnetin kabuğu soyulup, içindeki Kur’anî öz aranmalıdır. Bunun ardından, o sünnetin aynen yerine getirilmesinin hala amacına araçlık edip, etmediğine bakılmalıdır. Artık içinde Kur’anî özü barındıramayan bir kabuğu korumayı denemek, önce Muhammed Peygamber’e, sonra da Kur’an’a haksızlık etmek olur: Sünnetleri farzlaştırmak aslında farzları sünnetleştirmektir. Ve gerçek sünnet kabuğun değil, özün gerçekleştirilmesidir.

Hadis konusu biraz daha karışıktır. Müslümanca yaşayışta yönlendirici bir etkisi olabilmesi için Peygamber’e atfedilen bir hadis (tanımı gereği) Kur’an’dan bir ya da birkaç ayetin Peygamberce yorumlanışı olmak zorundadır. Özellikle de bağımsız birkaç ayetin tek bir yorumda tümlenişi şeklinde.. Yani Kur’an’dan çıkartılamayacak bir fenomen hakkındaki bir hadis (mesela Mehdi konusunda bir hadis) nassa dahil edilmemelidir. Öyle olduğunu iddia etmek Kur’an’ı eksik kabul etmek ve Peygamber üzerinden şirke düşmek demektir.

Sözün özü Kur’anî bir öz içermeyen bir sünnet ya da Kur’an’a dayandırılamayacak bir hadis benim için kabul edilemez. Muhammed Peygamber ilahlaştırılmayacak kadar çok sevilmelidir. Kitab’la da hem müfessir, hem müfesser olduğu hesaba katılarak konuşulmalıdır. Hem kavli, hem de kevni ayetler üzerinde(n)..

Kur’an’da her dinin İslam kabul edilmesi, yüzlerce ayet boyunca Yahudiler’e seslenilmesi ve sonra da bir ayette Müslümanlar’a Yahudiler üzerinden “siz” diye hitap edilmesi de bence düşünülmesi gereken önemli bir konudur. Girişteki tanımlar böyle bir düşünüş sürecinde yapılmış bulunmaktadır..

Aynı süreçte Mezhepler hakkında da bir ipucu elde edilebilir.. Biri eğer bir Müslüman’ın mezhepsiz olduğunu kabul edemiyorsa, o artık mezhepli değil, mezhepçi olmuş demektir.

Ama önce kelimeleri anlayalım..

Meşrep şerbet, şurup ve şarap ile aynı kökten çekimlenir. Mezhep ise hizip ile aynı kökten çekimlenir.

Şarap ne kadar şuruptan elde edilse de aralarında niteliksel bir farklılık vardır. Meşrepler de ne kadar Kesret-i Vahdet (Çokluğun Birliği) içinde niceliksel olarak eş olsalar da, niteliksel farklılıklar gösterirler. Bazı meşrepler bazı mezhepleri hizibe çevirme eğilimindedir. Aynı bazı mezheplerin bazı meşreplerde hizibe dönüşme eğiliminde olduğu gibi..

* * *

Hanefi, Hanbeli, Maliki ve Şafiler arasındaki tek fark ayrı birer ameli mezhep olmaları değildir. (Şia’yı hesaba katmaya bile gerek yok.) Her biri bir(kaç) itikadi mezhebe yakındır. Maturidi, Eşari, Selefi, Mutezile, Cebriyye, Musebbihe, Harici,, gibi birçok itikadi mezhep ise diğer birkaç tanesiyle temel kavramlarda taban tabana zıt şeyler söyler.

İtikadi mezheplerin bu çeşitliliğini ise beyan-burhan-irfan (göz-akıl-gönül, kelam-felsefe-tasavvuf) üçgeni üzerinden çözümleyebiliriz ki bu üçgen bu yüzden bu kadar önemlidir. Mesela Maturidilerde beyan ve burhan dengededir. Eşarilerde biraz, Selefilerde ise oldukça fazla, beyan baskındır. Mutezilede ise burhan öne geçer. Şia mezheplerinde de diğerlerince pek önemli olmayan irfan diğerlerini bastırır.

Özünde yöntemde olan bu farklılıklar, kişileri aslında bambaşka yerlere savurur. Çünkü bu tür yöntem farklılıkları kişileri farklı Allah tasavvurlarına götürür ki birçok sürtünme yaratan ayrıntıda farklılık buradan türevlenir. Baskın beyan teizme, baskın burhan deizme, baskın irfan ise panteizme dönüşür. Teizme göre panteizm küfürdür, panteizme göre ise teizm. İkisini de çocukça bulabilen deizm ise ikisince de edilgen ve pısırık bulunur.

Kur’an’ın yapmayı denediğiyse, Allah tasavvurunu doğrultmaktır! Yoksa Kur’an öncesi Arabistan’da bir Allah inancı zaten mevcuttu. Mekkeliler putlara ibadet ederlerdi zira bunun melek ve cinleri hoş tutacağını, böylece de kendileriyle Allah arasında yakınlık kurulabileceğini düşünürlerdi. Allah inancı o kadar yaygındı ki Muhammed Peygamber’in babasının adı Abdullah (Allah’a ibadet eden) idi. Üstelik bölgede Yahudileşmiş ve Hıristiyanlaşmış Müslümanlar da vardı..

Kur’an’ın doğrultmayı denediği Allah tasavvuru ise şimdi Kur’an üzerinden beyan-burhan-irfan dengesizliğiyle yeniden saptırılmış durumda. Allah tasavvuru bir olduktan sonra varsın meşrep sayısınca mezhep olsun. Buna bir şey denemez. Ama durum maalesef öyle değil..

Bir hoca-efendi bir makalesinde şöyle yazmış: “Bugün düşüncelerin farklı olduğunu büyüten, bunları mevzû edinen ve böylece arayı daha da açan iki tip insan vardır: Biri, haince ve art niyetle bunu yapan insan; diğeri ise, en basit ve hafif ifâdesiyle, bu işi cehaletinden dolayı yapan kimsedir.

Ne hain, ne de cahil olarak adlandıramam kendimi. Ben birleşilecek binlerce mezhep ya da karşı durulacak onlarca düşmanın varlığını sadece sözde kabul ediyorum. Özde Kur’an’a göre iç içe girmiş iki din biliyorum sadece: Tevhid Dini ve Şirk Dini. Gerisi onların çeşitlenmesi.. İkisine de varan milyarlarca yol var nasılsa..

Benim alıntıladığım o makalede benimseyemediğim bir şey var: Haddinden fazla hoşgörü ile maskelenen bir gerçek: Kişi beyan-burhan-irfan dengesini ancak kendi içinde kurabilir. Bu dışarından alınabilecek bir şey değildir. O hoca-efendi kendi içinde belki bu dengeyi kurmuştur, bunu sadece Allah bilir. Ama kişi gözünü beyandan onun yazdıklarına, aklını burhandan onun düşündüklerine, gönlünü irfandan onun hissettiklerine indirgerse asla kendi iç dengesini bulamaz. Zira ithal etmeyi denediği denge içreğine uygun değildir. Kişinin Allah tasavvuru bir başka kişinin Allah tasavvuru ile nasıl sınırlanabilir ki?

Allah tasavvurunun bir olması ile bir kişinin Allah tasavvurunun bir başkasınınkiyle sınırlandırılmaması ilk bakışta çelişkili iki söylem gibi gelebilir. Ama gerçek hiç de öyle değildir. Bir olması gereken Allah tasavvuru şöyle olmalıdır: Benim Allah tasavvurum başka kimseninkiyle sınırlandırılamaz ve başka kimseninkini sınırlandıramaz!

Bir başka deyişle birlik Allah tasavvurunun kurulacağı yöntemden ileri gelir: Allah tasavvuru içrekte beyan-burhan-irfan dengesinin üzerine kişinin kendince kurulmalıdır. Kişiler arası Allah tasavvurundaki farkların türevi olan ayrıntıya dair farklılıklar, topluluklarınkiler gibi sürtünme yaratmazlar! Evet, birlik olmak için olgunlaşmak gerekir: Yani tek tek bireyler olmak.. Bu yüzden olsa gerek mezhepleri mezhep imamları kurmamıştır. Hatta bazısı ardından kendi üzerinden mezhep kurulmamasını özellikle istemiştir.. Aynı Muhammed Peygamber’in sözlerinin yazılmamasını özellikle istemesi gibi..

Hiç yorum yok:

iZ-LeYiCiLeR