Ön-Söz
Kur'anca yönlendirilmiş bir (!) bakış açısına göre her din özünde İslam olduğu için, dinler arası etkileşim bu özün gönüllerde belirginleşme olasılığını yukseltebilir: Öz birse, herhangi bir dinden (/yoldan) gidildiğinde karşılaşılamayacak olan, Tanrı'nın İslami bir tasavvuru (/Allah) olamaz. Bu yüzden dinler arası etkileşimler, inanış biçimlerindeki yanlış yorumlamaları minimize etmek adına faydalı olabilir. Tabii sağlıklı oldukları sürece.. Zira üzerlerinde gerçekleştikleri gönüller parçalanmışken sağlıklı etkileşimler çok da kolay kurulamaz..
(S)öz
Kişi düzeyinde baktığımızda, inanış biçimleri içerik olarak duru ve durgun gözükebilmektedir. Oysa kişinin inandıgı dini yorumlayış şekli, birçok başka etmenle karşılıklı etkileşimi içeren karışık bir süreçte biçimlenip durduğundan, inanış biçimleri duru ve durgun kalamaz..
Öncelikle, aile ve arkadaş çevreleri üzerinden aktarılan kültürel öğeler kişinin gönlü üzerinde dinler arası etkileşimleri sürekli olarak olası kılan esnek bir zihinsel alan oluşturur. Bu alanda kişinin seçtiği dinin ('zaman-mekan'sal) yakın komşuluğundaki tüm dinler gönüle özgü şartların güdümünde birbirini etkiler. Eğitim-öğretim sistemi ise kişinin aklı üzerinde siyaset-din etkileşimini olası kılan bir zihinsel alan kurar. Görece katı olan bu alanda gerçekleşen siyaset-din etkileşimleri bir önceki alandaki etkileşimleri yönlendiren şartlar üzerinde belirleyici bir duruş sergiler. Bir başka deyişle, ikinci alan diğerini kendi kenar, köşe ve boşluklarına göre tümleşik olacak şekilde yapılanmaya zorlar. Böylece iki alanın etkileşimi teoride karşılıklı bir iktidar ilişkisi olsa da, çoğu zaman uygulamada bir tahakküm ilişkisine (d)evrilir. Her iki alanın bütünleşmesi için, ilk alanın kendi içindeki bütünlüğünden vazgeçilir.
Kişi bu iki iç içe geç(iril)miş alanın bilinçli farkındalığına kolaylıkla varamaz. Ama zamanla onların üzerinde gözünün önünde kendi seçimleriyle yeni bir zihinsel alan inşa edebilir. Bu yeni alan kişinin yaşam biçimine göre yükseldikçe, ilk ikisi üzerindeki köklerini de sağlamlaştırmak zorunda kalır. Etkileşimler zamanla bir ağ oluşturarak bilinçli farkındalık düzeyine yaklaşır ve ağın merkezinde kişinin üretim-tüketim biçimiyle din etkileşir.
Kişi düzeyinde oldukça karmaşık görünen ve inanış biçimi belirleniminde sürücü bir rol oynayan bu etkileşimler ağına toplum düzeyinde bakılınca, bazı bölgeleri bulanıklaşırken, bazıları berraklaşır. En çok berraklaşan bölgelerde ise baskın olan etkileşimler dinler arası olanlardır.
Şimdi Anadolu'daki dinler arası etkileşimlere toplum düzeyinde bir bakalım. Bulanık bölgelerde kişi düzeyine inmenin gerektiğini unutmayarak..
Söz
İsa Peygamber'in yaşadığı dönemde Anadolu'da baskın siyasi güç olan Rum/Romalı asker ve aristokratların arasında en çok benimsenen din Mithra dini idi. Ilk izlerine Anadolu'daki en eski tabletlerde rastlayabildiğimiz bu din, kurumsallaş(tırıl)mış ve gizlenerek bir seçkinler dini haline dönüş(türül)müştü. Halk arasında ise iç içe geçmiş çok Tanrı'lı dinler hakimdi.
Mevcut statükolara baş kaldıran ve fakirlerin dini olarak yayılmaya başlayan İsevi İslam uzun bir süre Anadolu'da seçkinlerinleş(tiril)miş Mithra dini ile mücadele etti. Bu sırada onu ilk zayıflatan şey içine sızan Yahudileş(tiril)miş Musevi İslam oldu: Gerçek İncil kayıplara karıştı(rıldı), İnciller çoğal(tıl)dı ve içlerindeki din sünnetleşti(rildi). Din peygamberin arkasına itildikten sonra peygamberinin tasavvuru üzerinden değiştirildi ve Mithra taraftarları da bu değişikliklerle birlikte ayin ve ritüelleriyle beraber dine gir(ebil)di. Mithra'nın kendine yabancılaşan özü ise dışarıda bir yerlerde bırakılıp, bölünmüş zamanların birinde unutuldu gitti. İsevi İslam Mithra taraftarlarının üzerlerini örtebilecek şekilde yeniden dikilince onun da özü kendine yabancılaşmaya başladı ve Kilise Hıristiyanlığı doğdu.
Yahya'nın vaftizi Mithracılarınkiyle yer değiştirirken Çok Tanrı'lı dinlerle etkileşen İsevi İslam değil, Kilise Hıristiyanlığı olmuş oldu. Bunun sonucunda da kutsal bakireler Artemis, Kibele, Nina ve benzerleri Meryem'ın arkasına; Kronüs'ün (Zaman'ın) oğlu ve Artemis'ın babası Zeus, Nina'nın oğlu ve Kibele'nin sevgilisi Attis ile benzerleri ise İsa'nin arkasına saklandı. Kilise de bunu fırsat bilip, Eski Yunan'ın site-yurttaş oyununu Samilerin çoban-sürü oyununa kattı ve pastoral iktidarı keşfetti. Bu bireyselleştirici iktidar ile Doğu Roma'nın merkezleştirici iktidarı etkileştikçe de dinler arası etkileşimleri sağlayan zihinsel alanların bütünlüğündeki azalma o kadar ivmelendi, o kadar ivmelendi ki sonunda onunla etkileşim halinde olan toplumun üretim-tüketim dengesi de yerle bir oldu. Üretim-tüketim dengesini ve dinler arası etkileşim alanlarının bütünlüğünü yeniden sağlamak için bir dolu tarikat doğ(urul)muş olsa da durum gittikçe kötüleşti..
Bu kötü ortamda akıncı Türkmenler aracılığıyla bölgeye getirilen Muhammedi İslam hızla yayılmaya başladı. Kur'an'ın sırasıyla toplanması ve çoğaltılması için şartların olgunlaşması beklenmişti. Bu gibi tedbirler yüzünden Kur'an İncil gibi kayıplara karı(ştırıl)ıp, çoğal(tıl)amamıştı. Ama tedbirler ancak dinin sünnetleş(tiril)me sürecinin uzamasına yetti. Siyasetin din üzerine tahakkümüyle Yahudiler Müslümanlaştı(rıldı), Müslümanlar Yahudileşti(rildi). Muhammed Peygamber'ın ömrünün yetemeyeceğı kadar çok hadis içeren kitaplar üretilip serpiştirildi Kur'an'ın çevresine ve böylece Kur'an üzerindeki dikkat dağı(tı)ldı. Sonunda Kur'an abdest alınmadan dokunulamaz, okunmaz, okunsa da anlaşılamazlaştı(rıldı); duvarlara asılıp putlaştı(rıldı). Oysa Kur'an'ı putlaştırmada kullanılan abdest, putlaş(tırıl)an vaftizin özünden evriltilmişti.
İsevi İslam gibi peygamberin arkasına itilip, onun üzerinden yozlaştırılmaya çalışılan Muhammedi İslam'ı Anadolu'ya taşıyan akıncı Türkmenler'in zihinsel alanlarında Orta Asya'nın şamanik Tengriciliğı'nin izleri daha silinmemişti. Selçuklu ve Osmanlı gibi kurdukları imparatorluklar ise Doğu Roma'dan miras kalan Devlet Aklı'nı olduğu gibi devralmıştı. Bu yüzden hikaye kaldığı yerden aynen devam etti..
Göz
Orta Asya’dayken doğuda Taoizm gibi Çin Dinlerinin, güneyde Hinduizm, Budizm gibi Hint Dinlerinin, batıda ise Zerdüştlük, Maniheizm gibi İran dinlerinin kıskacında kalmıştı Şamanik Tengricilik. Ak Bodun’un (/beyaz Türkmenlerin) gönlünde bu dinlerin karşısında edilgen kalırken, Kara Bodun’un gönlünde hep etkin olmuştu, herhangi bir dini öğenin kendisine dönüş(türül)meden yayılmasına izin vermemişti. Türkmenler İran üzerinden akın akın Anadolu’ya gelirken de ak ile kara, edilgen ile etkin dengesinin değiştiği söylenemez.
Ak Bodun dini kabuklardan sünni İslam’ı seçmişti kendine Anadolu’da. Gerek daha sonra adı Bizans olacak olan Doğu Roma’nın, gerekse Muaviye’yle başlayan Arap iktidarının mirasını alabilmek için en uygun, en edilgen don buydu. Böylece gönlünde Muhammedi İslam’ın özünden uzaklaş(tırıl)mış bir İslam ile etkileşmiş oldu zaten edilgen ve özünden uzaklaşmış olan Şamanik Tengricilik. Medreseler kuruldu.. Kara Bodun’a kalan don İslami öze hem daha yakındı, hem de daha uzak. Ama onun gönlünde de Şamanik Tengricilik etkinliğinden, dönüştürücülüğünden vazgeçecek gibi değildi. Tarikatlar kuruldu.. Ak Bodun Kara Bodun’la etkileştikçe hepten karıştı işler..
Bu sağlıksız etkileşimlerle dolu olan Anadolu resminde ancak birkaç gönülde belirginleşebildi iki kabuğa da giremeyen öz. O gönüller de zaptedilemediği için gövdelerinden ayırıldı çoğunlukla başları.
Gök Tengri gökteki bir karadelik gibi çekti gönüllerden yukarıya Allah tasavvurunu, Allah Yukarıdaki oldu. Gök Tengrinin antromorfik tasavvuru Ülgen iyice yaşlan(dırıl)dı ve sakalları uza(tıl)dı. Erlik ise ilk olarak cinlerden İblis’in adılı olarak duyduğumuz Şeytan’ın içine saklandı. Orası zaten onun için uygun bir hale getirilmişti önceden, bu hiç zor olmadı. O artık bir melekti. Ona bağlı kötü ruhlar da cinlerin donuna girdi ve böylece cinler de adam çarpar olabildi.
Kötü ruhlar da kendine bir yer bulunca, onlardan insanları kurtarmak için kamlar kendilerine don aramak zorunda kaldı. Onların işi gerçekten de diğerlerine oranla zordu, onlara göre bir don hali hazırda yoktu. Sonunda kimi imam oldu, kimi şeyh oldu. Ata ruhların doğrudan çağıramıyorlardı artık; onlara Fatiha okuyarak ulaşıyor, cevaplarını da kitaplarında arıyorlardı. Zira doğruları ancak Ataları söyleyebilirdi onlara. Yeni bir şey söylemek atalara saygısızlıktı, kendini bilmezlikti, affedilemezdi.
Kamlar 4 mevsim yaptıkları kurban ayinlerini devam ettirebilmek için kurban ibadetini kurban bayramına dönüştürmüşlerdi. Kur’an akan kanların Allah’a ulaşmayacağını söylüyordu ama bu önemli değildi. Zira onlar atalarını memnun etmek ve kötü ruhları kovmak için yapıyorlardı bu ayini. Allah’a ulaşması için değil.
Sabahları hala güneşe, geceleri ise hala aya tapıyorlardı. Sadece sabahları dillerine, geceleri gönüllerine çekilmişti. Güneşleri Allah, ayları Muhammed ve Kur’an olmuştu.
Uzun süre üzerinde hiçbir ağaç ve otun bitemeyeceği Bodun (/budın) inli için bir yer bulamamışlardı. Sonunda onun için de Anıtkabir’i buldular. Anıtkabir’i bulana kadar bir dolu türbe ve cami yapmışlardı her karışı mescid olan İslam’ın mekanında, bir dolu kutsal gece/kandil geçirmişlerdi her günü eşit bir şekilde beşe bölen İslam’ın zamanında. Kutun en son kime geçtiğini bulmak o kadar kolay değildi, o yüzden bunlar da normaldi. Ve tüm bunlara elverişliydi Anadolu’nun geçmişinin birikimi.
Son-Söz
Şamanik İslam taraftarları türbe ve mezarlara giderken (ve bunu savunup, överken) aslında gittikleri mekanda cesedi bulunanın başka bir evrende değil de bu evrende diri olduğunu, hatta ölümden sonra dirilmenin olmayabileceğini varsaydıklarının bilincinde değil(di(r)) genelde. Peki bu nasıl ol(muşt)ur da mümkün ol(muşt)ur?
Foucault’un mezarlık gibi yerleri birer heterotopya (/aynı zaman ve aynı mekan içinde bulunamayacak şeyleri bir araya getiren mekan) olarak nitelendirdiği makalesini hatırlarken zihnimde dökülen kelimeler kişi düzeyinde de, toplum düzeyinde de bulanık gözüken bazı bölgelerdeki sislerin dağılmasını sağladı. Şamanist Türkmenlerle Anadolu’da yayılan türbe ve mezarlıklar birbirinden uzak kalmış tüm zihinsel alanları bir araya getiren heterotopyalardı(r) belkide?
Bilmediğimi bilmemekten gönüllerde saklı olanları da bilen Rabb’ime sığınırım. Sözü ben dizdim, özünü gözü, gönlü ve aklı veren O bilir..
oNuR :: sU LeKeSi
23/07/2008
1 yorum:
Açıklama:
Elbette bu, bir Kur'an-ı Kerim'dir. Saklanmış-korunmuş bir kitapta (yazılı)dır. Ona, temizlenip-arınmış olanlardan başkası dokunamaz. Alemlerin Rabbinden indirilmedir. (Vakıa Suresi, 77-80)
Abdestin vaftizin bir ileri aşaması olduğunu söyleyebiliriz. Zaten İbranicedeki vaftiz ile Arapçadaki abdest kelimelerinin harfleri bile birebir aynı.
Abdest de, vaftiz de arınmayı hedefler. Hacı Bektaş-i Veli Makalat’ının ilk sayfalarında abdest için güzel bir benzetme yapıyor: Bir kavanoza su koyduğunu düşün, ağzını kapat ve sonra günde beş kere kavanozun dışını yıka. Eğer kavanozun içindeki su kirliyse sadece bu şekilde o suyu arıtabilir misin? Abdest de böyledir. Kavanozunuzun ağzını açmalısın abdest alırken ve dış temizlikten ziyade, iç temizliği amaçlamalısın. Yoksa günde beş kere banyo yapmak ile günde beş kere abdest almak arasında ne fark kalır? Su olmayınca toprağın, o da olmayınca taşın abdest için kullanılabilir olması sanırım amacı biraz daha ortaya koyuyor.
Arınmanın niteliğini iyice belirginleştirmek için konuya geri dönelim. Yayha Peygamber döneminde Yahudiler de kutsal kişiler isteyen birisini istediği zaman vaftiz edebilirdi. Hıristiyanlık ile vaftiz sadece Kilise Adamları tarafından yapılır hale geldi ve zamanları Kilisece düzenlendi. Yani Kilise istemedikçe ve Kilise Adamları olmadıkça kimse arınamaz bir hale geldi. İslam ile bu sömürünün tekeli kırıldı, herkes abdest ile kendince ve dilediği zaman arınabilir hale getirildi.
Şimdi gelelim ayete ve benim yazımda dediklerime. Arınmayı içrekten dışrağa indirgeyince insanlar abdestin de içi boşaltılmış olunuyor. İçi boşaltılan ve amacından saptırılan her şey ise dini çerçevede put olarak adlandırılır. Abdest putlaştırıldıktan sonra içi temiz olan bir insanın Kur’an’a yaklaşamayacağı bazı durumlar ortaya çıkmış oluyor. Yani Kur’an hayatın içindeki yerinden biraz dışarıya itilmiş hale geliyor. Kur’an’a asıl saygı onla konuşmak iken, Kur’an’a saygı gereği ona yaklaşılmıyor. Böylece de Kur’an’ın içi boşaltılmış olunuyor.
Yorum Gönder