13 Ocak 2015 Salı

Paris’ten Sivas’a: Kutsala saygı, İfade Özgürlüğü ve Nefret Suçu




Kutsallara saygısızlığı ilke edinmiş olan, belirgin bir şekilde Fransa’daki milliyetçi “Ulusal Cephe” karşısında konumlanan ve sosyalistler dâhil herkesi tiye alan anarşist mizah dergisi “Charlie Hebdo”ya 7 Ocak 2015’te el-Kaide korkunç bir saldırı düzenledi ve 12 kişiyi öldürdü! 
 
(IŞ)İD karşısında yaşam kalım mücadelesi vermeye başlayan el-Kaide, bu saldırıyla beraber kanlı oyunda bende hala varım demek istedi. Batı dünyasıysa zaten Müslüman vatandaşları için endişeliydi, (IŞ)İD için Ortadoğu’ya savaşmaya gidenler dönerse ne yapacağını düşünüyordu kara kara. 

Bundan sonra, öldürülen 12 kişinin sevenlerinin yanı sıra, Müslümanları, özellikle de Batı’da yaşayan Müslümanları oldukça zor günler bekliyor denilse, yanlış olmaz.

Yaşama hakkı Vs Öldürme haksızlığı

Bir insanın o ya da bu sebeple ölmesi gerektiğine hükmetmek, Allah’lık taslamak demektir. Ve Allah’a ister inanıyor olsun, ister inanmıyor olsun; kendisi ya da bir başkasının Allah’lık taslaması, kimse için meşru olmamalı. Zira inananlar Allah’a şirk koşmaya karşı çıkmalı, inanmayanlarsa Allah’a.

Bu bağlamda, kişilerden ve kimliklerden bağımsız, amasız ve zatensiz bir şekilde, bir Müslümanın da, bir ateistin de Charlie Hebdo saldırısını kınaması gerek. Biraz sonra zihinsel hijyen kaygısıyla ve ifade özgürlüğü hakkında yazacaklarım, bu zorunluluk akılda tutularak okunmalı.

İfade Özgürlüğü

İfade özgürlüğü, kimliklere – dolayısıyla da kimliklere ait kutsallara – saygısızlık bahanesiyle kısıtlanamaz (bkz: Kutsala Saygı Vs İfade Özgürlüğü). Onu hukuksal olarak kısıtlayabilecek tek kimliksel şey, nefret suçudur.. ..ki bunu belirleyen de ifadenin saygısızlığının şiddeti değil, yöneltildiği kişi(ler) üzerinde kurduğu (fiziksel) baskının şiddetidir (bkz: İfade Özgürlüğü Vs Nefret Suçu).

Gelin hakikati daha açık görebilmek için hayal aynasına bakalım, gerçekliği kurgular üzerinden yansıtarak kavramaya çalışalım.

Bir grup Müslümanın ülkelerindeki çoğunluk tarafından yadırganmayan ve İslami olmayan her tür değere saygısızlığı ilke edinmiş bir mizah dergisi çıkarttığını varsayalım. Derginin saygısız yayınlarından rahatsızlık duyan birkaç kişinin dergi binasına saldırıp, çalışanlarını katletmesi bir Müslüman’ı kahretmez miydi?

İşte tam da bu yüzden, tüm Müslümanlar – kutsalına saldırılıp, saldırılmadığına bakmaksızın – bugün el-Kaide’nin vahşetine karşı sesini yükseltmeli.

Ayrıca aynı toplumda hem görece farklı (ve horlanmış) bir etnodinsel kimliğe sahip, hem de sınıfsal olarak daha çok sömürülmüş (ve ezilmiş) bir azınlık olduğunu varsayalım. Misal bu ya, azınlığın etnik kökeni Avrupa, dini tercihi de ateizm olsun. Tanrıya inanmayan bir Avrupalı normal şartlar altında bile ev, iş, eş,, vs. bulmakta zorlansın bu ülkede. Böyle bir ortamda gayri-İslami olan başka her şeyle aynı duyarsızlıkla ateizmin bu dergide karikatürlere konu olması, Charlie Hebdo okurlarının içine siner miydi?

İşte tam da bu yüzden, tüm hepimiz Charlie’yiz diyenler – diğer dinlerin de tiye alınıp, alınmadığına bakmaksızın – bugün Fransa’da İslam’ın tiye alınmasının sonuçları üzerine düşüncesini odaklamalı.


İsrail’de Yahudiliği aşağılamak korunması gereken bir ifade özgürlüğü olabilir. Fakat Hitler’le de dalga geç(ebil)miş olması, Nazi Almanyası’ında yaşayan birisinin Yahudilerle dalga geçtiğinde nefret suçu işlemiş olduğu gerçeğini değiştirmezdi. Zira ister istemez soykırımın meşrulaştırılmasına yardım etmiş olurdu.

Ya da Cumhuriyet Türkiyesi’nde Nihal Atsız gibi İslamcılığa şiddetle karşı çıkmanız, size Yahudiliğe karşı da aynı cesaretle itiraz etme hakkı vermezdi. Yazacağınız tek bir yazı bile 2 hafta içerisinde 15,000 Yahudi vatandaşın varını yoğunu bırakıp, Trakya’dan İstanbul’a kaçmasına sebep olabilirdi.

Aynı şekilde, Türkiye’de (Sünni) İslam’ın eleştirilmesi korunması gereken bir ifade özgürlüğüdür. Korunmazsa, 33 kişi birden yakılarak öldürülebilir Madımak’ta olduğu gibi. Fakat Türkiye’de (Sünni) Müslümanların hayatını aydınlatma potansiyeline sahip olan Aziz Nesin'in kara mizahı, Fransa’nın banliyölerindeki prekarya hayatını iyice karartmaktan başka bir şey yapamaz.

Mizah belki de toplumsal evrimi sağlıklı kılacak en önemli araç. Amacı unutulmadığı ve korunup, kollandığı sürece...



5 yorum:

Belki olur dedi ki...

İfade özgürlüğü konusundaki görüşlerine katılmamak zor. Fakültedeyken Kadir Cangızbay adında sosyalist ve de çok değerli bir sosyolog hocamız vardı. Dersleri aşırı küfürlü geçerdi. Nedenini sorduğumuzda Rusya'da olsam tam tersini yapardım, çünkü herkes böyle konuşuyor orada. Amacım dikkatinizi çekmek" derdi. Sanırım mizahın amacı da biraz bu. Ama işte şu yok mu, yani bu şekilde yapınca, zaten adamlar her şeyi kullanıp kamuoyunu rahatça manipüle ediyorlar, "mizah" ise bu duruşunu abartınca daha rahat bir "araç" olmuyor mu onlar için. Aziz Nesin'in bu ülke insanları için söyledikleri az tahrik edici değildi. Bir düstur vardır: Usül asıldan önce gelir.
Doğru bir şeyi söylemek için bin tane yanlışı arka arkaya sıraladığınızda hayırlı sonuç beklemek de doğru olmayacaktır.

,,sU LeKeSi dedi ki...

Bazen karşındaki doğruyu söylemen, onu doğruyu bulmaktan oldukça uzaklaştırabilir. Onun doğruyu bulmasının tek yolu, senin buna uygun bir yalan uydurman olabilir hatta. Mizahın, kara mizahın, böyle bir yanı var aslında. Dikkat çekmek değil asıl mesele. Argo gibi dikkat çekici hiçbir şey içermeyebilir mizah. Fakat yalan içerir. Çıplak doğru insanların elinden kayıp, giderken; yalana bulanmış kara mizah ellere yapışır kalır.

Bu bağlamda onun kadar güçlü bir başka silah daha yok benim bildiğim. Aziz Nesin'den Karagöz-Hacivat'a, bu topraklarda oldukça güçlü kökleri de var. Hatta hiç güldürmeyenleri bile var: "Ey Müslümanlar, benim kanım size helaldir. Beni öldürün, siz mücahit olun, bense şehit olayım" diyen Hallac-ı Mansur gibileri...

Belki olur dedi ki...

İkna olmadım :)
Bu yaptığın bir tespit ama hayırlı -hadi olumlu diyelim- sonuçlar doğurduğunu düşünmüyorum.

"onun kadar güçlü bir başka silah daha yok"

işte tam da bu noktada ikna olamıyorum. Bu tür çalışmalar ancak "silah" olarak kullanılabiliyor. Yani ayette alkol ve kumarın yasak edilişinin sebebi gibi "Zararı yararından çok". Tıpkı, bu tür işlerle uğraşanları "iman" iddiasında bulunanların "gördüğüm yerde boğucam bunları" tepkisi gibi. Tüm İslam alemi yanıyor, milyonları öldürüyorlar ama adam bir resim çizdi diye öldürülüyor. Kimin yaptığı önemli değil, komplo olabilir tamam ama etrafımız bunu yapacak şizofrenlerle dolu zaten. Yani "evet, müslümanlar bunu yapar" imajını batılılar oluşturmadı.
Samimiyetsiz tepkiler. Sanki peygamberin (a.s.) bizim korumamıza ihtiyacı varmış gibi. Daha dini jargondan konuşmak gerekirse: bu uğraşlar "fitne"den başka bir şeye neden olmadı ve olmuyor da.

,,sU LeKeSi dedi ki...

Bir Müslüman için asıl önemli olan, senin dediğin gibi "Sanki peygamberin (a.s.) bizim korumamıza ihtiyacı varmış gibi." diyebilmesi bence. Bu sağlıklı varsayımda uzlaştıktan sonra gerisi Müslümanlar için sadece ayrıntı.

Fitne meselesine gelince, fitne olumsuz değil, olumlu bir kavram aslında. Muhammedi İslam'dan önce bir maden terimi: malzemenin cevheri ile cüruhunu ayırma işlemi. Kur'an'da da sosyal bir olgu olarak güncellendikten sonra bu olumlu anlamın korunduğu yerler var: "aileniz sizin fitneniz, siz de onların fitnesisiniz" bağlamında ayetler var.

Fitneyi zaten böyle olumladıktan sonra, seni ikna edemesem de kendimi nasıl ikna ettiğimi sana göstermiş oluyorum sanırım (;

Belki olur dedi ki...

Hâlen ikna olmadım ama bu sefer anladım...

iZ-LeYiCiLeR