15 Mart 2013 Cuma

BaŞKa TüRLü


Ne içindeyiz hayatın, ne de dışında.. ..sınırındayız aslında. Çünkü onun sınırını bizle çiziyor “insanca yaşama hakkı”nı kendi mülkiyeti altına alanlar! 

Kendimi mi kandırıyorum, içinde herkes için insanca yaşamın mümkün olduğu başka türlü bir hayat ütopya mı sadece? 

Acaba bilimsel araştırmalar devletler ve şirketlerce değil, toplumca destekleniyor olsaydı, bilim insanları hangi konuları merak edip, araştırır; hangi problemleri çözerdi? 

 

Mesela, açlık ve yoksulluk bugünkü kadar çözümsüz kalır mıydı? Açlık sınırına yakın asgari bir ücretle çalışılacak kadar önemsiz görünen meslekler olur muydu toplumda? 

AIDS’li doğan çocukları ne zaman iyileştirmeye başlardı doktorlar? Afrikalılar, Amerika’da kendileri gibi bir çocuğun hasta doğmasını beklerken mi ölürdü yine? 

Eczanelerde antibiyotik mi satılırdı, bakteriyofaj mı? 

Asker telsizleri ve dinleme cihazları mı daha önce icat edilirdi, internet ve ona bağlanabilen akıllı cep telefonları mı? Elektrikli arabalar mı daha önce tasarlanırdı, benzinli olanlar mı? 

Aslında en önemlisi, tıp ve teknolojideki son gelişmelerden en çok yararlananlar kimler olurdu?? 

Acaba eğitim ideal vatandaş ve işçiler değil, ideal bireyler yetiştirmek için verilseydi, çocuklar okullarda hangi derslerden sorumlu tutulur, hangi konuları öğrenirdi? 

 

Mesela, sosyoloji ve psikoloji gibi sosyal bilim dersleri mi daha çok yer alırdı müfredatta, bugünkü gibi tarih mi? 

Programlamayı mı önce öğrenirdi çocuklar, matematiği mi? İlk okulda hangi problemleri çözebilecek donanım edinilirdi? 

Matematik bilmeden fizik, fizik bilmeden kimya, kimya bilmeden biyoloji dersi işlenir miydi? Bu kadar çok formül ezberletilir, bu kadar çok sınav yapılır mıydı? 

Öğretmenden mi daha çok öğrenirdi çocuklar, akranlarından mı? Yoksa kendi kendilerine mi öğrenirlerdi genellikle? Oyun oynarken aldığı keyfi öğrenirken alamaz mıydı o zaman da insanların çoğu? 

Aslında en önemlisi, edindiğimiz bilgi bizi ne kadar bağımlı kılar, ne kadar öz-ü-gürleştirirdi?? 

Acaba medya ideolojik bir aygıt, bir toplum mühendisliği aracı olarak kullanılmıyor olsaydı, halk gazetelerde/kitaplarda ne okur, televizyonlarda/sinemalarda ne izlerdi? 

 
Mesela, kadın cinayetleri ne zaman bir haber değeri taşımaya başlardı? 1 kadın öldürüldükten sonra mı, 100 kadın öldürüldükten sonra mı? Yoksa yine 10,000 kadın öldürüldükten sonra mı? 

Trafik kazalarına dair verilen haberler mi daha uzun olurdu, terörist saldırılarına dair verilenler mi? 

Güneydoğudaki Kürt çocukları ya da Çin’deki Uygur çocukları, İsrail’deki Arap çocukları gibi gösterilir miydi öldürüldüklerinde ana haber bültenlerinde? 

Dizi senaryoları aynı aileden birden fazla kişiye aşık olma üzerine mi kurulurdu, aynı ailede birden fazla dine inanılması ya da aynı toplumda birden fazla dil konuşulması üzerine mi? 

Her dizide en az bir hizmetçi ve bir kabadayı mı olurdu şimdiki gibi, bir bilim insanı/sanatçı ve bir bilge/aşık mi? Hangi meslekler meşrulaştırılır, hangi karakterler özendirilirdi? TV karşısında büyüyen çocuklar büyüyünce pop, sinema veya futbol yıldızı mı olmak isterdi, müzisyen, tiyatrocu veya sporcu mu? 

Aslında en önemlisi, medya günümüzdeki gibi adaletsizliğe katlanmamızı sağlayacak bir kaçış edebiyatı mı üretirdi, adaleti koruyup, kollayacak bir edebiyat mı? 

Belki sadece kendimi kandırıyorumdur, herkes için insanca yaşam bir ütopyadır. Belki de gerçekten haklıyımdır, kendimizi kandırıyoruzdur: aslında biz hiç yaşamıyoruzdur! Ne içindeyizdir hayatın, ne de dışında.. ..sınırındayızdır aslında. Bizim sayımız arttıkça, onların, hayatın merkezindekilerin hakimiyet alanı genişliyordur sadece.

Hiç yorum yok:

iZ-LeYiCiLeR