2 Aralık 2009 Çarşamba

Köleliğin Erdemi: Eğitilmek ve Çalıştırılmak

“Sırasıyla aile tarafından evde, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından okulda, Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından orduda eğitilmek; ardından da Devlet veya özel işletmeler tarafından kamu alanlarında veya özel sektörde çalıştırılmak..” Bugün Türkiye’de çoğunluğun yaşantısının oldukça büyük bir kısmı, bireyin sadece belirtisiz bir nesne olarak eklenebileceği bu cümleyle özetlenebilir. Özneler değişken yapılırsa, cümle aslında tüm Dünya için geçerlidir. Fakat bu cümledeki kelimeler ve bu kelimelerin kavram uzayları pek ilgi çekmez. Oysa bu anahtar kelimelerin yüklendikleri anlamlar insan yaşamının anlamını baştan sona değiştirebilir.

Eğit[mek (éğit-) kelimesine “bireyi istenilen bir şekilde terbiye [1] etmek” ve “bireyi bir konuda yetiştirmek” anlamları 1930’lu yıllarda Dil Devrimi ile yüklenmiştir. Orhun ve Yenisey Yazıtları’nda bu kelimenin anlamı “hayvan veya köle beslemek, yetiştirmek ve terbiye [1] etmek”tir. Altun Yaruk [2], Divan-ı Lügat-ı Türk ve Kutadgu Bilig gibi eserlerde de kelime bu anlamıyla kullanılmaktadır. Hatta bu kaynaklarda “besleme, ehil hayvan veya hizmetçi” veya “hadım edilmiş köle veya hayvan” anlamlarıyla kullanılan iğdiş (égdiş) kelimesi eğit- kökünden türetilmiştir.

Çalış[mak kelimesinin “işi veya görevi olmak” şeklindeki modern anlamı da çok eski değildir. Divan-ı Lügat-ı Türk ve Kutadgu Bilig gibi eserlerde kelimenin anlamı “vuruşmak, çarpışmak, güreşmek”tir. Eski Uygurca kaynaklarda çal[mak [3] kelimesinin anlamı “çarpmak, vurmak, kakmak, ayakla vurmak, bıçak vurmak, çamur veya boya vurmak” olduğu için çalış- kökünün çal- kökünün işteşi olduğu düşünülebilir.

Demek ki çoğunluğun yaşantısını özetleyen, o yukarıdaki cümleyi 1000 yıl önce yaşamış bir Türk duysaydı, doğal olarak şu soruları sorabilirdi: “İnsanların çoğu köle mi ki eğitiliyor? Diyelim ki öyle.. ..peki neden dövüştürülüyorlar? Hem kim bunların efendileri? İnsanları köleler ve hayvanlar gibi önce eğitip, sonra da dövüştürüyor, izleyenlerden de para mı topluyorlar?”

1000 yıl öncesinin anlamlarıyla sorulabilen bu sorular aslında bugünün anlamlarıyla da sorulması gereken sorulardır. Doğal olarak sorulmuyor oluşlarının tek sebebi ise geçen 1000 yıl içinde kavramların ve içlerini doldurdukları zihinlerin oldukça bulanıklaşmış olmasıdır.

18. yüzyıla kadar efendiler kendilerini öne çıkartırken iktidarı tahakküme dönüştürmüş ve bireyin oluşmasını engellemiştir. Modern Devlet’in doğuşuyla Efendiler karanlıklara çekilirken, Biyo-İktidar [4] bedenleri denetimli bir şekilde kapitalizmin üretim araçlarına dahil edebilmek için herkesi bireyselleştirir. Bunun için de evlerde, okullarda ve ordularda zihinleri köleleştirir! Buraların yeterli olmadığı durumlarda da tımarhaneleri ve hapishaneleri kullanır.. Böylece çağdaş kölelerin bedenleri değil, beyinleri kısırlaştırılmış, yani iğdiş edilmiş, eğitilmiş olur. Kölelik de fiziksel bir kavram uzayından zihinsel bir kavram uzayına göçer, bu sayede eskisi kadar fazla dikkat çekmez.

Eğitilmiş, yani köleleştirilmiş zihinleri fabrikalarda, bürolarda, devlet dairelerinde çalıştırıp, zenginliğine zenginlik katan Efendiler aslında içinde bulunduğumuz parasal sistemi denetim altında tutan insanlardır. Efendiler önce Devlet’i, sonra da Devlet aracılığıyla halkı kendilerine borçlandırır. Devlet’ın bastığı, yani onlardan borç olarak aldığı para piyasadaki toplam parayı oluşturur. Devlet borcunu faiziyle geri ödemelidir ama bu ödeme için gereken para piyasada mevcut değildir. Bunun için Efendiler'den daha fazla borç alınır. Ardı sıra enflasyon ve vergiler artar. Kölelerin çalışarak elde edebildiği ortalama gelir, ancak temel ihtiyaçları karşılayabilecek kadar azalır. Hayatta kalmak için iyi çalışmak, yani bu vuruşmada, bu çarpışmada, bu dövüşte yere düşmemek gerekir. Zira çalışma sırasında ayakta kalanlar yere düşenlerden çaldıklarıyla (!) durumlarını biraz düzeltirken, yere düşenler temel ihtiyaçlarını bile karşılayamaz hale gelir. Fakat bu parasal sistemde toplum zamanla daha fazla borçlandığı için yere düşen birileri hep olmalıdır. Bir anlamda, uzun süre ayakta kalmak mümkün değildir.

İşte bu yüzden, 1000 yıl öncesinin anlamlarıyla sorulabilen o sorular aslında bugünün anlamlarıyla da sorulması gereken sorulardır.

Zihinlerin çoğu neden köle olarak eğitiliyor? Eğitim öz-ü-gürleştirilse, bedenler değil de zihinler üretse daha iyi bir üretim olmaz mı? İlkel ataları ağır fabrika işçilerinin yerini almış olan makinelerden tonlarca ağırlığı kaldırabilenleri işçilerin, nano-malzemeleri işleyebilenleri ise cerrahların yerini neden almasın? İlkel bilgisayarlar hesaplayıcıların [5] mesleklerini ellerinden almışken, artık insan beyninin yapamayacağı hesaplamaları yapabilen yapay zekalar hekimlerin, hakimlerin ve hakemlerin,, mesleklerini ellerinden neden almasın? Efendiler'in bedenleri denetimli bir şekilde üretim araçlarına dahil etmek isteyişi daha iyi bir üretim hedeflediklerinden değil mi yoksa?

Problem çözmek için yetiştirilen bilimciler, neden toplumsal problemlere de kafa yormasın? Bilimsel problemleri verdikleri araştırma fonlarıyla belirleyen Efendiler toplumsal problemlerin çözülmesini hiç istemiyor mu? Neden hala toplumların kaderini (siyaset) bilimciler değil de siyasetçiler belirliyor?

Peki insanlar çal(p)ışma alanlarında neden dövüştürülüyor? Dünyada herkese yetecek kadar besin ve almaşık (/alternatif) enerji kaynağı yok mu?

Kim bu Efendiler? Onlar da insan değil mi? Sahi, eğit(il)me ve çal(ış)ma eylemleri üzerine kurgulanan bu parasal sisteme niçin ihtiyacımız var? Bir avuç insanı Efendi, diğerlerini ise köle yapan Biyo-İktidar'ın sürekliliğini sağlamak için mi?

Goethe ne güzel söylemiş: “Özgür olmadıkları halde kendilerini özgür sananlar kadar kimse tutsak olamaz”. En büyük erdemimiz köleliğimiz bizim!

[6]

Notlar

1) Terbiye kelimesi Arapçadan anlamı değiştirilmeden alınmıştır. Bu kelime de “usta, efendi, sahip, ulu kişi, tanrı” gibi anlamlara gelen rabb kelimesiyle (çoğulu erbab) aynı kökten çekimlenir ve “rabblık etme” anlamına gelir..

2) Eski Uygurca kaynaklardan birisi.
3) Çak-, çal-, çap-/çarp-, çat- köklerinin her biri çağ-/çaw- kelimesinden türemiştir, “çat sesi çıkarmak, çarpmak, vurmak” anlamına gelir ve paralel anlam genişlemelerine sahiptir. Örneğin çak- kökü pekiştirme ve sertlik bildiren –k ekiyle türetilmiştir. Çalp- kelimesi ise çal- kelimesinden işlevi henüz bilinmeyen –p ekiyle türeyip, çarp- kelimesine dönüşmüştür.

4) Foucault’un Biyo-İktidar çözümlemesi için bakınız: Yönetişim

5) Bugün bilgisayarlar için kullanılan computer kelimesi 17. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar işi hesaplama olan bir meslek için kullanılıyordu.

6) Roma'da gemide çalıştırılan kölelere sunulan iş seçenekleri: Geminin sğında ya da solunda kürek çekmek.

Kaynaklar

1) Sözlerin Soyağacı: Çağdaş Türkçenin Etimolojik Sözlüğü – Sevan Nişanyan

2) Genel Türkçe Sözlük - TDK

Hiç yorum yok:

iZ-LeYiCiLeR