Türklük, Kürtlük, Rumluk, Ermenilik,, vs. tabii ki hepsi uydurulmuş
kimlikler, kurgulanmış kategoriler. Hiçbirinin fiziksel gerçekliğine inanıyor
değilim. Fakat inkâr edemeyeceğimiz bir sosyal gerçeklik de var ki, içinde onları
kullandığımız modeller olmadan, Türkiye’de toplumsal çözümlemeler yapmak çoğu zaman
pek mümkün değil.
Ermeni kimliği, uzun yıllar boyunca bu topraklardaki tartışmasız en aydın
kimlik oldu. Bu yıllar nerede başlar, nerede biter? Bunun arkasında yatan
sebepler nedir, ne değildir? Bu konularda henüz net bir fikrim yok. Olmasına
gerek var mı, onu da bilmiyorum. Ben, bugünümüze odaklanmak istiyorum sadece.
Recep Tayyip Erdoğan’ın “Benim için
neler söylediler. Çıktı bir tanesi, aynı zihniyet, Gürcü’dür diyen oldu. Çıktı
bir tanesi, affedersin, çok daha çirkin şeylerle Ermeni diyen oldu.” dedikten
sonra, Ermeni köşe yazarları arasında şiddetli bir tartışma başladı ve kısa
zamanda onların etrafından her yere yayıldı.
Şüphesiz yazılan birçok yazı arasında en çok dikkat çeken iki şey şuydu:
Etyen Mahçupyan, Ermeni yazarları kendilerini seyre gelmiş anti-AKPci sol/liberal
aydın aristokrasinin alkışına talip olan “Palyaço”lar
olarak tanımladı. Hayko Bağdat gibi bunu üstüne alınan Ermeni yazarlar ise cevap
olarak, Mahçupyan’ın kendisinin de AKPci devlet terörünü meşrulaştırmaya
çalışan bir “Saray
Soytarısı” olduğunu dile getirdi.
İşin bana en ilginç gelen kısmı, bu yazarların birbirine biçtiği roller
değil, bizzat kendilerine yükledikleri misyonlar. Yaptıklarının Türkiye’yi
dönüştürme gücüne sahip olduğunu düşünmeleri. Şüphesiz, sözünü ettiğim tarihsel
Ermeni aydınlığından kendilerine bir pay çıkartıyorlar. Belki bunu yaparken
haksız da değiller. Fakat ne kadar haklılar?
Doğrusunu isterseniz, bugün Ermeni aydını deyince benim aklıma gelen
isimler maalesef bu isimler değil. Yeri geldiğinde AKP’nin yanında, yeri
geldiğinde ise AKP’nin karşısında duran ama hiçbir zaman tek derdi AKP olmayan,
Sevan Nişanyan gibileri benim önceliğim.
Ne yazık ki, toplumsal kutuplaşmalarda sınırları katı çizgilerle çizilmiş
taraflardan birinde yer alarak ne kendi tarafınızı dönüştürebilirsiniz, ne de
karşı tarafınızı. Bu sınırların üzerinde yürüyüp, onları buharlaştırmadan;
insanların kafasındaki yerleşik kalıpları sarsıp, önyargıları kırmadan aydın
falan olunmaz. Ya çocukları güldürdüğünüzle kalırsınız, ya da çocukları öldüren
kralları…
Kimi güldürdüğünüz de anlamlı bir fark değil. Güldürdüğünüz kişinin – bu kişi
ister çocuk olsun, ister kral – gülerken düşünmesini sağlamanız gerekir. Hem
kendisini güldürecek kadar yerli ve samimi bulmalı sizi, hem de onu kendisine
bile yabancılaştıracak şeylerle güldürdüğünüz için sizden rahatsız olmalı.
Sanırım bu “affedersin meselesi”nde en güzel tavır, AKPci ya da anti-AKPci
Ermenilerden değil, Sırrı Süreyya Önder’den geldi. Önder, Çankaya
resepsiyonunda Erdoğan çiftine “Adıyamanlıyım, çok affedersiniz Türküm,
tedavi oluyorum” dedi
ve onları bol bol güldürdü. Fakat bunu yaparken ne palyaço oldu, ne de soytarı.
Ne güzel rastlantı, Mahçupyan da son yazısında
Erdoğan’ı alkışlayan Selahattin Demirtaş’ı örnek göstermiş Ermenilere.
Kürtlerin solcuların istediği gibi olmadığı için “Yeni Türkiye”nin inşasında
yer alacağını söylemeye çalışmış. Kısmen haklı olabilir. Fakat Kürtlerden ders
çıkarması gereken sadece anti-AKPci Ermeniler değil, hatta belki Mahçupyan en
çok kendisine ders çıkartmalı onlardan.
Demirtaş, Mahçupyan yaptığı gibi Erdoğan’ın
kişiliğini değil, ona oy veren halkı alkışladığını açıkladı. Ve aynı açıklamada
gerçekliği su götürmez olan hırsızlık ve katliamlara karşı olduğunu da açık
açık vurguladı.
Görünen o ki, Kürtlük kimliği Ermenilik kimliğinin aydınlıkta önüne geçmeye talip bugünlerde. Bunda hem biz Türklerin büyük bir rolü olmalı, hem de Ermenilerin
kendilerinin. Umarım herkes kendi payına düşen dersi alır bu ibretlik temaşada.
Nişanyan gibi hayalilere selam olsun. Olan bitene tarafsız değil, kimliksiz
kalabilmek; hep beraber gülebilmek, gülerken de düşünebilmek ve birbirimizi olabildiğince rahatsız edebilmek dileğiyle.
Muhabbetle,,
Muhabbetle,,
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder