Çoğu Müslüman, Kur’an’da kendisinden sonra yapılacak olan bazı keşiflere
dair işaretler bulunduğunu ve bunun, onun kutsallığını bilimsel olarak
ispatladığını düşünüyor. Ben bu şekilde
düşünmeyi hep sakıncalı bulmuşumdur.
Tüm bilimsel teorilerimiz, aslında ele alınan gerçekliğin belli bir bilgi
birikimi dâhilinde modellenmesinden öte bir şey değil. Onların gerçekliğin
kendisi olduğuna inanamayız, bu bilimi dogmalaştırır. Zaten aradan yeterince
zaman geçtikten sonra, gerçekliği betimlemede elimizdeki modeller yetersiz
kalır ve teorilerimizi geliştirir ya da değiştiririz.
Misal, bugünkü fizik bilgimize göre kara deliklerin varlığı kesinlik
kazanmış bir konudur. İlk olarak genel görelilik teorisinde öngörülen bu uzay-zaman
tekilliklerinin madde ya da elektromanyetik ışıma ile etkileşiminden yola
çıkarak var olduklarını artık gösterebiliyoruz. Fakat kara deliklerin
termodinamiğini ya da içine düşen bilginin akıbetini hala tam olarak anlamış
değiliz. Kara delikleri tartışmaya ve doğası hakkındaki fikirlerimizi
güncellemeye devam ediyoruz.
Gelecekte kuantum mekaniği ve genel görelilik teorisini tutarlı bir şekilde
birleştirebilirsek ya da belirli kısıtlar altında kendisinden onlara
ulaşabildiğimiz daha genel bir model kurabilirsek, kara deliklerin varlığı
tekrar sorgulanabilir bir konu olabilir mi? Yepyeni, kara deliksiz kozmoloji
modelleri ve astrofizik ilkeleri doğabilir mi? Neden olmasın? Daha düne kadar
esîr gibi varlığına kesin gözle baktığımız birçok şey, modern fizikle beraber
hoş birer hatıraya dönüştü sadece.
Bugünlerde Müslümanlar arasında oldukça popüler olan bir diğer bilimsel
keşif ise büyük patlama teorisi. Uzay-zamanın büyük patlama ile başlaması,
ondan öncesi hakkındaki belirsizlikler ve olası bir büyük çökme ile
uzay-zamanın yok olacağı senaryosu, birçok kişiye Allah’ın varlığının bilimsel
ispatı gibi geliyor. Fakat bu teori uzun bir süre genel kabul görmüş olsa da
her fizikçinin üzerinde uzlaştığı bir gerçeklik değil.
Örnek vermek gerekirse, bazı büyük fizikçiler, zar teorisi (ya da M teorisi)
dedikleri başka bir model öne sürüyor. Kozmik (mikrodalga) arka plan ışınımını ile büyük
patlama teorisi ne kadar tutarlıysa, bu teori de o kadar tutarlı. Uzay-zaman
ise büyük patlamadan önce de hep vardı bu modellemeye göre, büyük çökmeden
sonra da olmaya devam edecek. Büyük patlamanın betimlediği şey, birbirinden
farklı iki evrenin bir uzay-zaman noktasında çarpışması olarak ele alınıyor
sadece. Matematiği biraz daha zor olsa da, zar teorisinde kütleçekim kuvvetini
taşıyan parçacığı diğer kuvvet taşıyıcı parçacıklardan niteliksel olarak
ayırmak da mümkün. Ya da karanlık akış denen gözlem (galaksilerin erken dönemde
şaşırtıcı bir şekilde soğuk kalmış olan bir bölgeye doğru çekildiği tespiti) de
bu teoride daha anlamlı.
Hangi teori sağ kalacak, zaman gösterecek. Belki sağ kalan teori ne büyük
patlama olacak, ne de zar teorisi. Şimdiden ikisinin de birçok alternatifi var.
Hatta kimi büyük çılgın fizikçiler, kara deliklerde yeni evrenler doğduğunu ve fizik
yasalarındaki ince ayarların bizim doğada gördüğümüz doğal seçilimin evrenler
düzeyinde bir benzeri sonucu oluştuğunu iddia ediyor.
Oysa bugün Kur’an’da kara delik ve büyük patlama aranıp, bulunduğu gibi dün
de Kur’an’da esîr aranıp, bulunuyordu. Ne yalan söyleyeyim, eğer inanmıyor
olsaydım ve birileri Kur’an’ın kutsallığını bana esîrden, kara delikten, büyük patlamadan, vs.
bahseden ayetlerle açıklamaya çalışsaydı; hem kendi inançsızlığımı
derinleştirebilir, hem de karşımdakinin imanını yerle bir edebilirdim herhalde.
Bazı ayetler biz nereye çekersek oraya gider. İstersek dünyanın düzlüğüne,
istersek dünyanın yuvarlaklığına; istersek büyük patlamaya, istersek zar gibi
çarpışan evrenlere; istersek insanın bir anda yaratılmasına, istersek aşamalı evrime
ulaşabiliriz onlardan yola çıkarak. Üstelik
bu sadece Kur’an için de geçerli değil, dileyen ondan çok daha önce yazılmış
olan İncil’de de bulur aynı şeyleri, Avesta’da da, Purana ve Vedalar’da da. Hatta
belki daha bile fazlası bulunur bazılarında.
Sözün özü, Kur’an’da bilimsel keşif arayıp, bulmak imanımıza iman katmaz,
aksine zarar verir. Her şeyden önce akla iman ile şirke düşebiliriz. Bulduğumuz
keşifler geçerliliğini yitirdiğinde ise şirke bulanmış o imanımız da elimizden
kayıp, gider.
Kur’an’da keşif madenciliğine harcadığımız çabayı yine Allah’ın ayetleri
olan doğa ve toplum kanunlarını daha iyi anlamak için harcasak – yani bilime
hak ettiği önemi versek – neler olurdu, kim bilir? Belki o zaman, başkalarının
yaptığı ve bizim “İşte, Kur’an’da bu da yazıyormuş!” dediğimiz keşifleri,
bizzat biz yapardık.
Muhabbetle.
Seriye eklemeyi planladığım diğer yazılar:
2 - Ebced Hesabı/Cifir İlmi ve Nümeroloji
3 - 19 Mucizesi ve Şifreleme
2 yorum:
Sizin gibi bir beynin inançlı olması bence doktora tezi malzemesi olur. :) Tıpkı Celal Şengör' ün militarist olması gibi. Onunki küçüklükten kalma hayranlık, acaba zeki insanların dine bağlı kalması da Sevan beyin dediği gibi aileye abartılı bir sadakat mi? Boğaziçi' de olsaydınız keşki, hasbihal ederdik.
Bence dine bağlılık ile aileye bağlılık birbirini pekiştiren şeyler olmanın aksine birbiriyle rekabet halinde olan şeyler. Belki bu bağlamda benim gibi küçüklüğünde aileye yeterince bağlılığı olmayan birinin dine yaklaşması beklenebilir. Kim bilir...
Sevan bey için de, benim için de din çok ciddiye alınması gereken bir şey. Çünü dini olan bizi cezbediyor. Bu noktada dinin içinde ya da dışında olmak arasındaki fark sadece kişinin kendisi ile kurduğu ilişkiye bağlı sanırım.
Boğaziçi'nde olmasam da çok da uzaklarında değilim. Hasbihal edelim ilk fırsatta.
Yorum Gönder