11 Temmuz 2018 Çarşamba

Genetik Kod ve Moleküler Evrimi - epiSTEM Türkiye



Kalıtsal Bilginin Biyokimyasal Dili
 
Nükleik asitler canlılarda kalıtsal bilginin oluşturulması, depolanması, kodlanması ve değiştirilmesinden sorumlu olan polimerlerdir ve nükleotidlerin bir araya gelmesiyle oluşurlar.

Tek zincir bir nükleik asitte nükleotidler birbirine fosfat ve şeker grupları üzerinden kovalent olarak bağlı bulunur. Çok zincirli bir nükleik asitte zincirleri bir arada tutansa nükleotidlerin azotlu organik bazları – ya da kısaca nükleobazları -  arasındaki hidrojen bağlarıdır.

Doğada onlarca nükleobaz varken, nükleik asitlerin birbirleriyle konuşmak için kullandığı dilin alfabesi bunların sadece 5’ini harf olarak içerir: adenin (A), timin (T), guanin (G), sitozin (C) ve urasil (U). Burada konuşmadan kastedilen nükleobazlar arasında kurulan hidrojen bağları ile nükleik asitlerin birbiriyle etkileşmesi ve bu etkileşimler aracılığıyla kalıtsal bilginin bir molekülden diğerine aktarılması. 

Canlılar tarafından kalıtsal bilgiyi depolamak için kullanılan nükleik asitler deoksiribonükleik asit ve ribonükleik asittir, yani meşhur kısaltmalarıyla DNA ve RNA. DNA’da U, RNA’da ise T nükleobazı bulunmaz. Yani diğer nükleik asitlerle konuşurken bir DNA molekülü U harfini telaffuz edemez, bir RNA molekülü ise T harfini. Ve kalıtsal bilgi DNA’dan okunup RNA’ya ya da RNA’dan okunup DNA’ya yazılırken T ile U yer değiştirir. Böylece nükleik asitlerin alfabesi etkin olarak 4 harfe indirgenmiş olur.

DNA ya da RNA’da nükleobaz dizileri formunda taşınan toplam kalıtsal bilginin başka biyopolimerlerin sentezini kodlayan parçaları gen olarak adlandırılır. Bu polimerlerin başında taşıyıcı RNA (tRNA) ve ribozamal RNA (rRNA) gibi özel işlevleri olan bazı RNA çeşitleri ile amino asitlerin bir araya gelmesinden oluşan proteinler gelir. Bir hücrenin yaşamını devam ettirmek için ihtiyacı olan diğer tüm biyomoleküllerin sentezi de özünde birer protein olan, yani (birazdan kabaca özetleneceği şekilde) genlerdeki depolanan kalıtsal bilgiye göre sentezlenen enzimler tarafından katalize edilir.

Kalıtsal Bilginin Moleküler Akışı

DNA’nın çift zinciri (genellikle) Watson-Crick baz çiftleşmesi bağlamında birbirinin eşleniğidir, yani DNA’nın iki zincirinde A ile T, G ile de C karşı karşıya gelir [1]. Protein sentezinin ilk aşamasında (bazı enzimler aracılığıyla) öncelikle ilgili gen ve çevresinde bu nükleobazlar arasındaki hidrojen bağlarının kırılması ve zincirlerin birbirinden ayrılması gerekir. Bunun ardından (başka enzimler tarafından) zincirlerden biri kalıp olarak seçilir ve bu kalıptan yine Watson-Crick baz çiftleşmesi kullanılarak bir mesajcı RNA (mRNA) molekülü sentezlenir. Böylece kalıp zincirin eşleniğindeki kalıtsal bilgi Resim 1’in üst yarısında örneklendiği gibi mRNA’ya kopyalanmış olur.

İkinci aşamada mRNA molekülü ribozom organeli aracılığıyla tRNA moleküllerinin antikodon kolları ile etkileşir. Bir tRNA molekülünün antikodon kolundaki üç nükleobaz mRNA molekülünde kendilerine karşılık gelen üç nükleobaz ile sırasıyla birer Watson-Crick çifti oluşturuyorsa, tRNA’nın önceden yüklenmiş olduğu amino asit protein sentezinde kullanılmak üzere taşıyıcısından ayrılır. Bu şekilde tRNA’lar (kendilerine kodon adı verilen) mRNA’daki her üç nükleobaz için ribozoma bir amino asit taşır. Uç uca eklenen amino asitlerden de protein meydana gelir (bkz: Resim 1’in alt yarısı).

Amino asidini ribozomda bırakan bütün tRNA’ların antikodon nükleobazları sırasıyla yan yana dizildiğinde kalıp DNA zincirindeki nükleobaz dizisinin aynısı elde edilmiş olur. Bu bağlamda, DNA’daki ardışık nükleobaz üçlülerine kod adı verilir. Her bir tRNA molekülü sadece tek bir çeşit amino asit ile yüklenebildiği için, DNA’daki kod dizilimi, bir anlamda, ribozomda sentezlenen proteindeki amino asit dizilimini belirlemiş olur. Ya da diğer bir ifadeyle, kalıtsal bilgi DNA’dan mRNA ve tRNA molekülleri aracılığıyla proteine akmış olur. Kalıtsal bilginin hücre içindeki bu tek yönlü akışı moleküler biyolojinin merkezi dogması olarak da bilinir.


Resim 1 – Kalıtsal bilginin hücre içinde akışı [2] : Son satırdaki renkli V, H, L, T, P, E ve K harfleri sırasıyla valin, histidin, lösin, treonin, prolin, glutamat ve lizin amino asitlerinin kısaltmasıdır.

Genetik Kodun Yozluğu

DNA’daki kod adı verilen ardışık nükleobaz üçlülerinin sırası sentezlenen proteinin yapısındaki amino asit dizisini belirlediği için, protein sentezinden sorumlu olan genlerin dört harfli dilinde bütün kelimelerin 3 harf uzunluğunda olduğu söylenebilir. 

Üç harf uzunluğunda olan ve 4 olası harften oluşan toplam 4 x 4 x 4 = 64 tane kelime vardır. Standart genetik kodda bunlardan 3 tanesi protein sentezini durdurmak için kullanır. Kalan 61 kodun her biri ile antikodon kolunda eş nükleobaz dizilimine sahip bir tRNA olması gerekir. Fakat canlıların çoğunda 45’ten az tRNA bulunur. Peki, neden?

tRNA’ların antikodon kollarının 3-boyutlu eğriliği yüzünden kodon – antikodon eşleşmesinde yozluk vardır: antikodonun ilk nükleobazı bazen karşısındaki mRNA nükleobazının Watson-Crick çifti olmasa da tRNA yüklendiği amino asidi protein sentezi için ribozomda bırakabilir [3]. Yani, 3 harf uzunluğundaki genetik kelimelerin ilk harflerindeki değişiklikler bazen kelimelerin (amino asit) anlamlarını değiştirmeyebilir. Bu da kelimelerin başlangıcında kullanılan birbirinden ayırt edilebilir harf sayısının aslında 4’ten küçük olması demektir. 

Mesela, ilk harf için 3 ayırt edilebilir seçenek mümkünse farklı anlama gelen kelime sayısı 3 x 4 x 4 = 48, 2 ayırt edilebilir seçenek mümkünse farklı anlama gelen kelime sayısı 2 x 4 x 4 = 33 olur. Bu da genelde 45’ten az olan tRNA sayısını açıklamaya yeter.

Daha önce her bir tRNA’nın sadece tek bir amino asit ile yüklenebileceğinden bahsedilmişti. Doğada 700’den fazla amino asit olduğu düşünülürse, proteinlerde kullanılan amino asit sayısının eldeki tRNA sayısı ile kısıtlanıp 45 civarına inmesi beklenebilir. Fakat proteinlerde sadece 20 farklı amino asit bulunur! Yani birden fazla tRNA aynı amino asit ile yüklenebilir. 

Üçlü Genetik Kodun Evrimi

Peki, erişilebilir amino asit sayısındaki bolluğa rağmen tRNA – amino asit eşleşmesindeki bu yozluğun sebebi ne olabilir?

Bu soruya makul bir cevap arayabilmek için genetik kodun evrimini anlamaya çalışmak gerekiyor. Öncelikle, genetik işlerge öyle bir şekilde evrilmiş olmalı ki kalıtsal bilginin nükleik asitlerden proteinlere akışı sırasında (varolan çevresel gürültüler sebebiyle) gerçekleşen hatalara tolerans gösterebilsin. Mesela, kalıtsal bilgi aktarımı sırasında tek bir nükleobazda yapılan hataların organizma için ölümcül sonuçları olmamalı. Hatta üçlü bir kodun tek bir nükleobazında yapılan değişiklik o koda karşılık gelen orjinal amino aside mümkün olduğunca benzer kimyasal özelliklerde bir amino asidi kodlamalı. Diğer taraftan, mümkün olduğunca az kaynak harcamak ve mümkün olduğunca çok amino asit kodlamak da genetik işlergenin evriminde sürücü birer rol oynamış olmalı.
Bu şartlar altında en optimum genetik kodun ne olduğu biraz istatistiksel fizik, biraz topolojik matematik ve biraz da klasik enformasyon teorisi kullanılarak bulunabilir: azami 48 tRNA ve asgari hata ile ayırt edilebilecek azami amino asit sayısı 20’dir [4].

Peki, kodon – antikodon eşleşmesinde yozluk olmasaydı ne olurdu? 

Bu durumda tRNA sayısı 64’e, asgari hata ile ayırt edilebilecek azami amino asit sayısı ise 25’e çıkardı [4]. Genetik kodun neden bu şekilde evrilmediği ve 20 amino asitte donduğu ise cevap aranması gereken bir diğer güzel soru. Fakat bunun için moleküler evrimde üçlü genetik kodun da öncesine gitmek gerekebilir.

DNA Öncesi Dünya ve İkili Genetik Kod

tRNA moleküllerinin bir amino asit ile yüklenmesi aminoasil-tRNA sentataz (aaRS) enzimleri sayesinde gerçekleşir. Kendileri de protein sentezinin sonucunda oluşan bu enzimler nükleik asitlerle amino asitler arasındaki eşleşmeyi sağladıkları için aslında protein sentezinin en hayati bileşenidir. Üstelik ilk ortaya çıkışlarının yaşamın üç krallığa ayrılmasından çok daha önceye, hatta DNA öncesi dünyaya gittiği kabul edilmektedir.

aaRS enzimleri her biri 20 amino asidin bir yarısına özgül olan enzimleri içerecek şekilde 2 büyük sınıfa ayrılır. Bu sınıflar arasında herhangi bir yapısal ya da işlevsel benzerlik bulunmaz. Mesela, tRNA moleküllerine bağlanma stratejileri farklıdır. Diğer taraftan, her bir sınıf içinde tüm üyelerce paylaşılan evrimsel olarak korunmuş ortak motifler vardır ki bunlar enzim etkinliğinde önemli roller oynar. Bu yüzden, 2 sınıfın zaman içinde birbirinden bağımsız olarak evrildiği düşünülmektedir.

aaRS enzimlerinin bu ilginç evrimsel geçmişi her biri 10 amino asit kodlayan birbirinden bağımsız 2 genetik kodun DNA öncesi dünyada ayrı ayrı evrilip, daha sonra bir araya gelmiş olabileceği olasılığını akla getirmektedir. Bu arkaik genetik kodlara en makul aday da tRNA moleküllerinin alıcı kolları üzerinde bulunan ve aaRS enzimlerince tanınan birkaç nükleobazlık bağlanma bölgeleridir [5]. 

Alıcı kola zıt doğrultuda konumlanan antikodon kolundaki 3 nükleobaz genetik kodun evrimi sırasında bu bölgelerden kopyalanıp, mevcut yerlerine göçmüş olabilir. Hatta kodon – antikodon eşleşmesinde şu anda yozluk yaratan ilk nükleobaz 2 kodun birleşme sürecinin başlarında sadece ikili bir sınıf ayıracı olarak işlev görmüş olabilir. 

Böyle bir evrimsel senaryo hem kodon – antikodon eşleşmesindeki mevcut yozluğun kaynağını, hem de modern üçlü genetik kodun neden 20 amino asitte donmuş olabileceğini açıklayabildiği için üzerine daha fazla bilimsel araştırma yapılmasını hak ediyor. Üstelik bu senaryoda arkaik genetik kodlar üçlü değil ikili olmalı. Ve teorik olarak biliyoruz ki ikili bir optimum kodda azami tRNA sayısı 4 x 4 =16, asgari hata ile ayırt edilebilecek azami amino asit sayısı ise 11’dir [4].

Kaynaklar

1) Watson, J.D. and Crick, F.H.C. (1953). Molecular structure of nucleic acids: a structure for deoxyribose nucleic acid, Nature, 171 (4356), 737–739. ; Genetical implications of the structure of deoxyribonucleic acid, Nature, 171 (4361), 964–967.
2) Resmin herkesin kullanımına açık kaynağı: https://commons.wikimedia.org/wiki/File:Genetic_code.svg
3) Crick, F.H.C. (1966). Codon—anticodon pairing: The wobble hypothesis. Journal of Molecular Biology. 19 (2): 548–555.
4) Tlusty, T. (2008). Rate-Distortion Scenario for the Emergence and Evolution of Noisy Molecular Codes. Physical Review Letters. 100 (4): 048101. ; Tlusty, T. (2010). Acolorful origin for the genetic code: Information theory, statistical mechanics and the emergence of molecular codes. Physics of Life Reviews. 7: 362–376.
5) Schimmel, P., Giege, R., Moras, D., and Yokoyama, S. (1993). An operational RNA code for amino acids and possible relationship to genetic code. Proc. Natl. Acad. Sci. USA 90: 8763–8768. ; Ribas de Pouplana, L. and Schimmel, P. (2001). Operational RNA Code for Amino Acids in Relation to Genetic Code in Evolution. J. Biol. Chem. 276: 6881–6884. ; Shaul, S., Berel, D., Benjamini, Y., and Graur, D. (2010). Revisiting the operational RNA code for amino acids: Ensemble attributes and their implications. RNA 16: 141–153.

Yazının epiSTEM Türkiye bağlantısı:

https://epistemturkiye.org/genetik-kod-ve-molekuler-evrimi/

iZ-LeYiCiLeR