Önce kavramlarda uzlaşarak başlayalım: vicdanı kişinin kendini yönetme sanatı, ahlakı ise kişinin başkalarıyla yönetişme sanatı olarak tanımlayalım.
Vicdan ve ahlak arasındaki ilişkide etkin olan ve diğerini kendine göre
yeniden biçimlendiren, vicdan değildir, aksine ahlaktır. Şimdi, elimden
geldiğince bu önermeyi anlamlandırmaya çalışayım.
Ahlakı ikiye ayırabiliriz: itaat ahlakı ve isyan ahlakı. İtaat ahlakında
kişiler arasındaki ilişkiler tek taraflı tahakküme, yani diğerinin eylemini
belirlemeye dayanır. İsyan ahlakında ise asıl olan kişilerin karşılıklı olarak
birbirlerinin eylem uzaylarını şekillendirme çabası, yani iktidar mücadelesi
vardır.
İtaat ahlakında bir otoriteye saygı duyuluyorsa, istedikleri sorgusuz
sualsiz yerine getirilir. İsyan ahlakındaysa saygının belli bir sınırı vardır:
otoriterliği meşrulaştıracak mutlaklıkta saygıya asla izin verilmez.
İşte can alıcı mesele de tam olarak burada başlamaktadır: itaat ahlakı,
aslında vicdanın karar(tıl)masını gerektirir. Kişi, kendisini yönetmeyi bir
başkasına bırakmaktadır ve eylemlerinin sorumluluğunu otoriteye devretmeye
kalkar. Otorite ise yönlendirdiği eylemler kendisine ait olmadığı için bu
sorumluluğu hiçbir zaman tam olarak üstlen(e)mez. Kendisinin bile yapmaya
çekineceği şeyleri başkasından isteyebilir.
Sahipsiz bir şekilde ortada kalan sorumluluk yüzünden, eylemler
olabildiğince acımasızlaşabilir. Vicdan karartılınca, eylemler vicdansızlaşır.
İşte sadece bu yüzden masum insanlara işkence edilebilir, çoluk çocuk toplu
katliamlar düzenlenebilir.
Vicdanları aydınlık tutmanın en kolay ve en garanti yolu, isyan ahlakı
üzerine olmaktır. Aksi takdirde, şans sizden yana değilse nasıl olup, bittiğini
anlamadan hiç düşünmediğiniz birine dönüşebilirsiniz. Üstelik kendisine
dönüştüğünüz canavarın hiç farkında olmadan.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder