Bir türkünün orta yerinde başlamış bu masal, türkünün buğusu düşmüşken gözlere. Bir ay batmış kara bir balçık içinde; gözleri paramparça, yüreği delik deşik. Bir gün doğmuş yağmurun ellerinde; gökyüzü delinmiş sanki, ayın düştüğü çamuru yıkamak istercesine. Bir kel-oğlan varmış bu masalın içinde. Ama ne sesi güzelmiş ne de yüzü: çirkin derlermiş zaten kendisine. Düşü gerçek, gerçeği de düşmüş,,
Bir gün bir melek görmüş düşünde, düşünden düşmüş o gülümsediğinde. Sonra o melek her gece girer olmuş düşlerine. Gülmekten utanırmış insanlar onun doğduğu köylerde ya; her gece gülerek uyanmış keloğlan ve hep yüzü kızarmış gülümsediğini fark ettiğinde. Sonra sadece düşlerinde gülümser olmuş, keskin çizgilerin gölgesi düşmüş yüzüne gün içlerinde. Bir gece sormuş düşünde güzel meleğe:
- Peri misin, cin misin? Ey güzellik, sen kimsin?
- Ay kız derler bana..
...
Düşlere gelmez olmuş birden bu peri kızı. Kel-oğlan da düşünü yeniden bulabilmek için, yollara düşmeye karar vermiş. Yaşlı anası, gözü yaşlı kalmış köyünde. Ve bağırmış oğlunun ardından:
- Kel oğlum, keleş oğlum, o güzellik gökyüzüne ait. Seninse boyun yetmez göğe ermeye. Kuş olup, kanatlanamazsın ki.. Dön geriye!
- Yarım bir düş bu belki benim güzel anacağım; her sabah boğarak öldürdüğüm ve her gece yeniden gördüğüm. Gözlerinin önünde mum gibi erisin mi istersin kel oğlun? Bırak da yol olayım, belki kavuşurum gökyüzüne..
...
Yolunu yoldaş yapmış yüreğine; dağ olmuş, tepe olmuş; duvarlarda iz, dualarda biz olmuş kel-oğlan. İmanını, inancını; anlayışını, kavrayışını; ilmini, bilgisini; sezgisini, sevgisini katmış düşlerine. Bir sebep aramış durmuş kendisini gerçekleştirmek için yeryüzünde. Nasıl çıkacakmış yıldızlara, hangisinde bulabilirmiş ki onu; kim bilir? Kısmet ya, bu masalda da ona öğüt verecek ya da yol gösterecek ne kurnaz bir tilki varmış, ne de ak sakallı yaşlı bir dede.
...
İniyorsa yeryüzüne, çıkabilir de gökyüzüne diye düşünmüş ve bir yağmur damlası bulmaya karar vermiş kel-oğlan. Yedi katlı bir dağın tepesine çıkmış ve başlamış yağmuru beklemeye. Önce Rüzgar gelmiş:
- Ey Toprak, ne ararsın bu kadar yükseklerde?
- O hiç bulamadığımı. Çıkartabilir misin beni daha da yükseklere?
- Bir avuçsun sen, bilmez misin: Toz olur dağılırsın bir nefesimde?
- Duydum ey mor Rüzgar, es ve dağıt beni de önce kendimi bulayım.
Ötelerde uzak bir yerlerde, bir kelebek kanat çırpmış kel-oğlan gözlerini kapattığında ve bin parçaya bölünmüş kel-oğlan rüzgarın soğuk nefesinde. Ve parçaları yavaş yavaş inmiş dağın eteğine uzanmış olan Deniz’in üzerine. Deniz tebessümle karşılamış onu:
- Ey yabancı, ne diye bulandırırsın suyumu?
- Durulasın diye!
- Ya izin vermezsem?
- Dur ve dinle öyleyse:
Bin parça, bin başka masal anlatmış aynı anda Deniz’e. masallardan çok etkilenmiş Deniz ve yardım etmek istemiş kel-oğlana:
- Benden ne istersin, yüreğindeki ateşi söndürmemi mi?
- İçim gibi ol ey dışarıdaki! Yaz denizi gibi durul da tam yansıyayım senden. Bana bu yeter!
Deniz’in içinde bir su damlası yoğunlaşmış ve bin parçayı toplamış içinde. O bir damlada yıkamış ruhunu kel-oğlan ve dönüp bakmış kendisine: Gözlerinin ardında görmüş düşünü. Bin bir olmuş o anda.
- Gördüm ey mavi Deniz, artık gün ışığına doğru yükselebilirim.
- Dikkat et kel-oğlan: ben ışığı içimde kırabilirim. Gözlerine çok güvenme!
Gözlerini kapatmış kel-oğlan, suya teslim etmiş bedenini. Su da yukarı doğru çıkartmış onu sessizce.
...
Gözlerini açtığında kendini yıldızlı göğün altında, Poyraz’la dans eden bir Kusmsal’da bulmuş kel-oğlan. Ayağa kalkmayı denemiş birkaç kez ama her defasında dengesini kaybedip, düşmüş. Dans eden çift onu fark etmemiş bile. O da onları rahatsız etmemek için ayağa kalkmaktan vazgeçmiş ve emekleyerek uzaklaşmış yanlarından. Ta ki Kumsal ardında uzun bir çizgi olana dek.. Sonra büyük, beyaz bir Ağaç görmüş az ileride. Hiç yaprak yokmuş Ağaç’ın üzerinde. Ağaç’a şefkatle sarılmış kel-oğlan:
- Sen de kelsin sanki benim gibi, benden gibi.
- Senden önce, benden öte..
- Bilirsin öyleyse hikayemi?
- Candan önce, andan öte..
- Haktan mısın benim gibi gölgeli?
- Benden önce, senden öte..
Ağaç’ın köklerinden biri Toprak’ın yüreğinden bir damla su almış ve onu itmiş diğerleriyle beraber en üstteki dallardan birisine. Dalın ucunda yeniden olmuş Damla. Kendini tamamladıktan sonra, bırakmış vücudunu boşluğa sessizce. Ve yere çarpar çarpmaz, dönüşmüş beyaz kanatlı, küçük bir Bülbül’e. Bülbül’ün sesi dolmuş kel-oğlanın içine. Hiç karşı koymamış, hiç direnmemiş müziğin bedenine hükmetmesine. Bir ağır sıkıntı çökmüş içine o büyülü ezgi bittiğinde. Göğsünü yarmış kel-oğlan ve çıkarmış içinden bir yürek dolusu Ateş’i elleriyle. Az önce dans eden çifte dönmüş sonra yüzünü. Poyraz’ın Kumsal’ı deli gibi savurduğunu görmüş. Sonra zorla yardım çığlığını seçmiş Kumsal’ın, Poyraz’ın gürültüsü içinde. Ateş’i üflemiş Poyraz’ın üzerine doğru. Poyraz korkup çekilince Kumsal’ın üstünden, Ateş dans etmeye başlamış Kum Tanecikleri ile. Önce Kum erimiş Ateş’in içinde, sonra Ateş sönmüş erimiş Kum’un yüreğinde. Canlarından cam olmuş gün bittiğinde. Panik içindeki Poyraz esmeyi denemiş yeniden ama dolmuş soğuyan Cam’ın içine. Hemen onun girdiği yeri kapatmış sözleriyle kel-oğlan ve hapsetmiş Poyraz’ı Cam’ın içine. Bir daha hiç çıkamamış oradan Poyraz. Yaşlı ağaç:
- İçini çıplak bıraktın bu camdan kumsalın üzerinde. Değer miydi yüreğindeki ateşi vermeye?
- Ateş yakar ve yok eder, kıvılcım olup çıktığı noktayı bile. Ama külü sadece temizler ey Bilge. Evet, Ateş sustu ama, yüreğim Kül’lleriyle dolu,,
- Sevdanın isi yüreğinin duvarlarını boyadı. Onunsa yüreğinin rengi, gözlerinde. Koş kel-oğlan, Gölge’ni geçene dek koş!
...
Koşmuş kel-oğlan nefesi bitene, düşüncesi yorgunluktan ölene dek. Gökyüzü kararmış hırsından, bütün yıldızlar düşmüş yere! Yine de koşmuş kel-oğlan. Sonra birden belirivermiş ay Kız hemen önünde:
- Selam sana ey güzel,
- Selam sana da kel-oğlan,, Burada benimle kalmaya mı geldin yoksa?
- Ben buraya ait değilim ey Peri!
- Biliyorum kel-oğlan, biliyorum,, Ama senelerdir Kaf Dağı’nın ardında, süslü bir kabuk içinde bekliyordun. O kabuk senin evin hiç olamaz!
- Senin sayende o kabuktan çıktım. Sebebim değilsen, nesin peki?
- Ben ‘düşün’düm kel-oğlan. Ama sebebin düşüne giremeyecek kadar gerçekti! Sen bir avuç Toprak’sın, ben bir Gök-Çiçek,, Yüreğindeki Papatya’yı unutmuştun sen. Onu hatırlaman için beni görmen lazımdı, seni bulman için de onu hatırlaman,,
...
Dönüp arkasına, buraya kadar kendisini getiren yola bakmış kel-oğlan. Daha da ötesini görmüş birden. Kulağına bildik bir ses gelmiş, duymayı özlediği,, Yolculuğunun sadece gelece değil, geçmişe de olduğunu fark etmiş Can Kız’ın türküsü bittiğinde. Kendini hatırlamış kel-oğlan, onun ismini hatırladığında,, O bin başka masal, bir olmuş kel-oğlanın bir çift sarı gözünde. Sonra bir türkünün başladığı yerde bitmiş bu masal. Ve gökten iki elma düşmüş yere: Biri geçmişe, biri geleceğe,,
Sevgiyle,,Onur, 16.10.2005
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder