Öz-ü-gürlüğün iki almaşık (/alternatif) tanımı var. Birinci tanım iktidar ilişkilerinin dışlandığı, sadece tahakkümlerin bulunduğu eylem uzaylarında geçerli ve bu tanıma göre kişi ne kadar az engelle karşılaşırsa, o kadar öz-ü-gür. İkinci tanımsa tahakkümlerin dışlandığı, sadece iktidar ilişkilerinin bulunduğu eylem uzaylarında anlamlı. Bu eylem uzaylarında da kişi karşılaştığı engelleri ne kadar aşabiliyorsa, o kadar öz-ü-gür.
Bu noktada tahakkümümün bir kişinin diğer(ler)inin eylemlerini şekillendirmesi, iktidarın ise kişilerin karşılıklı olarak birbirlerinin eylem uzaylarını şekillendirmesi olduğunu hatırla(t)makta fayda olabilir.
Bu bağlamda, iktidarların tahakkümlere devrildiği yerlerde öz-ü-gür olanlar yalnız hükmedenler: hükümdarlar, hakimler, hakemler, hekimler olabilir gibi görünüyor. Aslında onların da çoğu asla öz-ü-gür olamıyor. Zira tahakkümlerini sürdürmek için başkalarının eylemlerini kısıtladıkları kadar kendi eylemlerini de kısıtlamak zorunda kalıyorlar. Bir hapishane hücresinde ömür boyu mahkum olan bir hırsız ne kadar öz-ü-gürse, zorunlu ikameti yaldızlı sarayıyla kısıtlı olan kral, güvenli kışlasıyla kısıtlı olan komutan ve lüks villasıyla kısıtlı olan iş adamı da o kadar öz-ü-gür olabilir.
Yaptıkları efendisinin keyfini hoş tutmakla sınırlanmış olan bir köle ne kadar öz-ü-gürse, yapabilecekleri babasının yarım kalmış hayallerini tamamlamak üzere verilen harçlıklarla sınırlanmış olan çocuk, iş adamı ve askerlerin güçlerini arttırmak için verilen bütçelerle sınırlanmış olan bilimci ve seçmenlerin rahatlarını kaçırmamak için verilen oylarla sınırlanmış olan siyasetçi de o kadar öz-ü-gür olabilir.
Susturulmamak (!) için söylediklerine dikkat etmesi gereken bir düşünür ne kadar öz-ü-gürse, söylemleri milli eğitim bakanlığınca belirlenmiş müfredatla kısıtlı olan öğretmen, silahlı kuvvetlerce belirlenmiş anayasayla kısıtlı olan hakim, diyanet işleri bakanlığınca belirlenmiş vaazlarla kısıtlı olan imam da o kadar öz-ü-gür olabilir.
Sözün özü, tahakkümlerin baskın olduğu ilişki ağlarıyla örülmüş yerlerde öz-ü-gürlük büyük bir yanılsama gibi. İşte bu yüzden tahakkümlerin iktidarlara evrildiği zamanlara varmak gerek. Evler, okullar, kışlalar ve ibadethanelerin; meclisler, adliyeler, hastaneler ve ticarethanelerin,, iyi bir evlat, vatandaş, asker, dindar ya da müşteri yetiştirmek için değil, iyi bir insan yetiştirmek için var olduğu zamanlara.. O zamanlarda kişi ne kadar cesursa, o kadar öz-ü-gür; ne kadar öz-ü-gürse o kadar cesur olacak. Şimdiyse kişi ne kadar öz-ü-gürse, o kadar cesur olabilir! Ne kadar cesursa da.. ..o kadar sürgün, o kadar mahkum, o kadar ölü..
Bu noktada tahakkümümün bir kişinin diğer(ler)inin eylemlerini şekillendirmesi, iktidarın ise kişilerin karşılıklı olarak birbirlerinin eylem uzaylarını şekillendirmesi olduğunu hatırla(t)makta fayda olabilir.
Bu bağlamda, iktidarların tahakkümlere devrildiği yerlerde öz-ü-gür olanlar yalnız hükmedenler: hükümdarlar, hakimler, hakemler, hekimler olabilir gibi görünüyor. Aslında onların da çoğu asla öz-ü-gür olamıyor. Zira tahakkümlerini sürdürmek için başkalarının eylemlerini kısıtladıkları kadar kendi eylemlerini de kısıtlamak zorunda kalıyorlar. Bir hapishane hücresinde ömür boyu mahkum olan bir hırsız ne kadar öz-ü-gürse, zorunlu ikameti yaldızlı sarayıyla kısıtlı olan kral, güvenli kışlasıyla kısıtlı olan komutan ve lüks villasıyla kısıtlı olan iş adamı da o kadar öz-ü-gür olabilir.
Yaptıkları efendisinin keyfini hoş tutmakla sınırlanmış olan bir köle ne kadar öz-ü-gürse, yapabilecekleri babasının yarım kalmış hayallerini tamamlamak üzere verilen harçlıklarla sınırlanmış olan çocuk, iş adamı ve askerlerin güçlerini arttırmak için verilen bütçelerle sınırlanmış olan bilimci ve seçmenlerin rahatlarını kaçırmamak için verilen oylarla sınırlanmış olan siyasetçi de o kadar öz-ü-gür olabilir.
Susturulmamak (!) için söylediklerine dikkat etmesi gereken bir düşünür ne kadar öz-ü-gürse, söylemleri milli eğitim bakanlığınca belirlenmiş müfredatla kısıtlı olan öğretmen, silahlı kuvvetlerce belirlenmiş anayasayla kısıtlı olan hakim, diyanet işleri bakanlığınca belirlenmiş vaazlarla kısıtlı olan imam da o kadar öz-ü-gür olabilir.
Sözün özü, tahakkümlerin baskın olduğu ilişki ağlarıyla örülmüş yerlerde öz-ü-gürlük büyük bir yanılsama gibi. İşte bu yüzden tahakkümlerin iktidarlara evrildiği zamanlara varmak gerek. Evler, okullar, kışlalar ve ibadethanelerin; meclisler, adliyeler, hastaneler ve ticarethanelerin,, iyi bir evlat, vatandaş, asker, dindar ya da müşteri yetiştirmek için değil, iyi bir insan yetiştirmek için var olduğu zamanlara.. O zamanlarda kişi ne kadar cesursa, o kadar öz-ü-gür; ne kadar öz-ü-gürse o kadar cesur olacak. Şimdiyse kişi ne kadar öz-ü-gürse, o kadar cesur olabilir! Ne kadar cesursa da.. ..o kadar sürgün, o kadar mahkum, o kadar ölü..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder